Pages

26 Aralık 2016 Pazartesi

Oh Canada... (Bu yazi da gezmeyi sevenlere gelsin)





Yaklasik 14 yildir Amerika'da yasiyor olmamiza ragmen, cok uzak olmayan komsumuz Kanada'ya gitmek esimin kizkardesinin Kanada'ya tasinmasi vesilesi ile oldu. Yasadigimiz eyalet Maryland'den Kanada'nin Ontario eyaletine gitmek araba ile 8 saat suruyor sadece. Cocuklar icin fazla yollarda oyalanmazsaniz, ki uc cocukla biz mutlaka ihtiyac molasi veriyoruz :), 6 saatte Niagara selalesine ulasip, selaleyi ABD tarafindan gordukten sonra araba ile siniri gecip selalenin Kanada tarafindan gorunen kismini ziyaret etmeniz mumkun. Biz Ontario'nun Toronto sehrinin batisina gittigimiz icin selaleden sonra yaklasik 2 saat daha yol aldik.


Niagara'nin Kanada tarafindaki bolgesinde cok cesitli turistik aktiviteler mumkun, ozellikle de yaz aylarinda. Bu bolgede beni en cok sasirtan gordugumuz uzum baglari oldu. Kanada'yi soguk bildigimiz icin Ege, Akdeniz iklimleriyle ozdeslestirdigim ozellikle sarap uretme amacli bu uzum baglarina anlam veremedim ilk once. Zannediyorum, bu konuda bir Google arastirmasi yapmadim, Ontario golunun etkisiyle olusan mikro-klimanin etkisi var. Enlem olarak da, her ne kadar cok daha soguk bir iklime sahip olsa da, Fransa'nin uzum baglari olan guney kesimi ile ayni enleme denk geliyor bu bolge. Kanada saraplari buradan geliyormus. Sarap evleri ve baglari buyuk bir turizm sektoru olmus. Yani bu bolgede Niagara, Toronta sehri, Ontario ve Eerie golleri yanisira uzum baglari ve bahceleri de gezilip, gorulebilir yerlerden. Yaz aylari icin de gol kiyisinda yazliklar, plajlar deniz severleri tatmin edebilecek duzeyde.

ABD'den Kanada tarafina gectikten sonra buyuk farkliliklar carpmiyor goze, genel iklim, cevre, magaza-dukkan isimleri vs. hep ayni. Ille de farklilik gormek istiyorum derseniz ilk fark ABD'de mil olan uzaklik biriminin hemen kilometreye cevrilmesi, hatta bazi levhalarda yazilar var 1km esittir 0.62 mil diye, hiz tabelalarini km diye okumak lazim aliskanlikla mil zannederseniz vay halinize, cunku 90 km hiz siniri olan otaban sadece 55 mile karsilik geliyor. Bir diger farklilik da etrafta gorebileceginiz Kanada bayraklari.
Hiz sinirini cok zorlayip Kanada otoban polisi tarafindan durdurulursaniz, goreceginiz bir baska farklilik Kanada polisinin Amerikan polisine gore daha sevimli ve insancil duruslu olmasi olabilir.
Ancak farkliliklar yasayanlar acisindan daha bariz. Anlatayim...

Benim gibi uluslararasi isletme ile az biraz yakinligi olanlar bilirler. Hollandali bir arastirmaci/sosyolog vardir Geert Hofstede isimli. Bu arastirmacinin belirledigi ulusal ve orgutsel (kurumsal) kultur boyutlari vardir her ulkeye yonelik (Burada basit duzeyde Turkce aciklamasi var, burada da benim cok kullandigim sitesi) . Ulkeleri kulturel bazda nasil karsilastirabiliriz sorusuna yanit olarak cikmis bir arastirmadir bu.
Bu boyutlara gore ABD ve Canada acisindan hizli bir karsilastirma yaptigimizda pekcok yonden benzer olan bu iki ulke masculinity (yani erkeksilik-kadinsilik) boyutu acisindan farklilik gosteriyor. Bu boyutta daha dusuk degerlere sahip ulkelerin insanlari icin genel anlamda mutluluk degerlerinde genelde huzur, basari ve paradan daha onemli. Bunu Kanada da hissetmek mumkun. Ozluk haklari Kanada'da ABD'ye gore cok daha fazla. Ornegin ucretli dogum izni Kanada'da 29-30 haftayi bulurken, ABD'de bu normal dogumda 6, C-section denilen ameliyatli dogumda 8 hafta ile sinirli. O da sayet iyi bir insan kaynaklari haklari veren bir kurumda calisiyorsaniz. Kanada'da da gocmenler icin sosyal yardimlar, devlet destekli programlar ABD'den daha fazla. Gocmenlik su anki basbakan Justin Trudeau'nun babasi Pierre Trudeau basbakan iken daha acik, daha cok kulturlu, daha kabul edilebilir hale getirilmis. Bunun izlerini de ozellikle yeni nesil Kanadalilarin tavirlarinda gormek mumkun. Yani ozellikle her ne egitim seviyesinde olursa olsun gocmenler icin Kanada'da yasam ABD'de gocmen olmaktan cok daha kolay.

Kanada ve ABD arasindaki benim ilk etapta dikkatimi cekmeyen ama ozellikle Selim'in dikkatini ceken farklilik ise Kanada da Ingilizce'nin yanisira Fransizca'nin da resmi dil olmasi. Her urunde, tabelada, dokumanlarda Ingilizce'nin yanisira Fransizca da yazili. Okullarda da Fransizca Montreal bolgesinin disinda yasasaniz bile ikinci dil olarak ogretilmekte.

Ontario bolgesi dogal guzellik (daglar, ormanlar vs) acisindan Kanada'nin diger bolgeleri kadar zengin degil, ancak daha sehirvari aktiviteler icin gezi listenize alabileceginiz guzel bir bolge, tavsiye olunur ;) .

21 Aralık 2016 Çarşamba

Gundelik yasamdan kesitler...

Bir onceki yazinin anafikrine uygun yasamaya calistigim gunler bu gunler...
Biraz daha kendime, kendimize donuk, biraz daha gundelik yasamla ic ice... Gundelik yasamdan soyutlanmadan.
*** *** ***



Bu gunler burada noel ruhunun kendini hissettirdigi gunler. Suslenen evler, magazalar, caddeler; radyolarda muzikler, televizyondaki filmler  herkese bu ruhu hissettiren cinsten.
Her ne dinden, farkli kulturel kimliklarden olursaniz olun buradaki "happy holidays" ruhuna ister istemez giriyorsunuz.
Bu zamanlarda okulda ogretmenlere hediyeler alinip veriliyor, hicbir ogretmen unutulmadan; bu zamanlarda komsular kapinizda ellerinde yaptiklari kurabiye ya da cukulatalarla gorunuyorlar, bu zamanlarda bizler de karsiliksiz birakmamak icin hediyeler verme, kurabiye yapma, komsularimizin kapisinda muhabbete girme aktivitelerinden nasibimizi aliyoruz. Insanin hosuna giden, mutlu eden kucuk jestler.
Ama her daim buruk mutluluk bizimki, ornegin sokagimizin kosesinde "Santa buraya gelecek bu aksam"yazisindan sonra aksam gozlemledigim Santa'yi gozlerinin icinde mutluluk ve isikla bekleyen cocuk grubu bana birden Suriye'de yikintilarin arasindan cikan cocuk grubunu hatirlatiyor. Ne garipsin dunya dedirtiyor, butun cocuklar mutlulugu haketmiyor mu diye dusundurtuyor.

*** *** ***
Hem bu zamanlarin havasiyla, hem de uzun suredir aklimda oldugu icin  iki komsu aile yemege geldiler bize gectigimiz cumartesi aksami. Kendimi asip cesitli yemekler yaptim, sofralar hazirladim. Gocmen, psikolojisi ile aman kulturumuzu guzel tanisinlar diye, internetten tarifler bakip denedim Turk yemekleri tanisin komsularimiz diye. Asil amac tabii ki yok birbirimizden farkimiz, hepimiz insaniz mesajini verebilmek... hepimize...
*** *** ***

Ailelerden birisi  60'li yaslarda bir cift, digeri bizim yaslarimizda bizim gibi uc cocuklu bir aile.
60'li yaslardaki cift 20 kusur yildir bu mahellede oturuyorlar, burada buyuttukleri bir kizlari var. Kizlari simdilik nisanlisiyla birlikte Texas'ta yasiyor. Bayan Rita New York'lu, anneanne/babaanne nesli zamaninda Rusya'dan ABD'ye gelmis yahudi bir aile.  Kocasi Tony ise Ispanyol, Ispanya'ya gidip geliyor hala. 25 yil once tanismislar, New York'da ayni is yerinde calisiyorlarmis, Rita Tony'nin sekreteriymis zamaninda. Evlerinde bir tane kopekleriyle yasiyorlar, hergun kopegini gezdiriyor Rita, beni evin onunde gordugu zaman mutlaka durup muhabbet etmegi ihmal etmiyor hicbir zaman. Uzun sureli tatile gittigimizde mektuplarimizi, eve gelen gazetemizi alip sakliyor bizim icin. Hic sormadan kendi kendine teklif edip, kendine gorev edindi bu isi. Her muhabbetimizde mahallede neler olup bitiyor anlatiyor en ince detaylariyla, anlayacaginiz onemli bir kisi mahallede ne olup bittiginden haberdar olmak icin.

Kelly ve Chris ise bizim gibi yeni tasinanlardan mahalleye, biz Haziran 2014'te, onlar ise Temmuz 2014 sonunda tasinmislardi. Cocuklar okula basladiktan sonra yuruyus yolunda karsilasip tanistim Kelly ile. Onlarin en buyuk cocuklari Kerem ile ayni yasta, her ikisi de ikinci sinifa gidiyorlar simdi.
Kelly ucuncu cocugu ise bizim Ibrahim ile ayni yasta ve birlikte baslayacaklar okula. Kelly ile okul giris cikislarinda gorusuyoruz devamli. Oyle ki bazen cocuklari okuldan almaya is sebebiyle geciktigim zaman hemen beni ariyor, ben alayim cocuklari diyor, evine goturuyor, yardim teklif ediyor her zaman ve ihtiyacim oldugunda da hemen kosuyor.
Cocuklar onun cocuklariyla kendi kucuklugumdeki gibi rahatca oynuyorlar mahallede, en kucukler henuz bu oyun grubuna dahil degil tabii.
Kelly ve esi dogma buyume bu eyaletliler. Buyudukleri yerde yasamayi tercih etmisler. Kelly'nin lise arkadaslariyla, civarda oturan akrabalariyla bulusmalarina, kuzenlerinin evlerine gelmesine, annesinin babasinin yakininda oturdugu icin en kucuk ihtiyacinda yanlarina kosmasina, arada esiyle tatile gidip cocuklarini anne-babasina birakmasina ozeniyorum ben de icten ice.

*** *** ***
Bu iki aile disinda birkac aile daha var gorustugum, ya da ailecek gorustugumuz. Hepsi farkli farkli hayatlar. Bir sekilde zaman ve mekan bulusturmus hepimizi bir yerde. Ortak noktamiz cok, farkliliklarimiz da. 
Farkliliklara saygi gosterip, ortakliklimizi deger bilmek bizleri gelecege tasayacak inancindayim. Dunyanin her neresinde olursak olalim...

18 Aralık 2016 Pazar

Biz kendi bahcemize iyi bakalim...




Bugunlerde olup bitenler, bombalar, patlamalar, sehitler, savas, yokluk, kimsesizlik, cocuklar, ah o masum cocuklar...
Hepsi bir olmus, "ne yapabilirim? ne yapabiliriz?" sorusu sorduruyor bana devamli.
Bugun yuruyusumun basinda yukaridaki sorulara cevaben " e biz de kendi bahcemizi yetistirelim" o zaman dedim.
Bilmem bilir misiniz Voltaire Candide adli eserinin sonunu belki de arayislar bosuna, her insan en iyi bildigi isi yapmalidir diye yorumlanabilecek bir Turk dervisle konusmasindan cikardigi "bahcemizi yetistirelim" sozu ile " bitirir.

Olay ozetle soyle:

"Bu hikâyesinde Voltaire, genç ve her şeyden habersiz Candide'e, Alman düşünürü Leibniz'in felsefesini temsil eden Pangloss ve sağduyunun temsilcisi olan filozof Martin'le birlikte bütün dünyayı dolaştırır. Almanya'dan Hollanda'ya, İtalya'ya ve sonunda Türkiye'ye giden Candide, bu gezileri sırasında bin bir felaketle karşılaşır. Almanya'da asker olur. Hollanda'da çok büyük aşağılamalara uğrar, öğretmeni Pangloss'u amansız bir hastalığa yakalanmış olarak bulur; Portekiz'de bir engizisyon mahkemesinde acımasız bir cezaya çarptırılır; adam öldürür, Amerika'da yamyam yerliler tarafından yenilmek üzere iken son anda kurtulur; Fransa'da tuzağa düşer ve paralarını çaldırır; İtalya'da taçlarını, tahtlarını yitirmiş altı kralın serüvenlerini dinler ve sonunda Türkiye'de, yaşamanın ne demek olduğunu öğrenir. Başından geçen onca olaya rağmen filozof Pangloss'un dediklerine uyarak her şeyin “iyi” olduğuna inanır ve bu düşüncesinden ancak Türkiye'de vazgeçer. Ona yaşamın amacını, yaşamın anlamını Türkiye'de tanıdığı bir dervişin “bahçemizi yetiştirelim” sözü öğretir. O zaman Candide, bunca zamanını boşuna geçirdiğini anlar, bin bir felaketten sonra bir araya toplanan hikâyenin kahramanlarına birer iş verir, hepsini bir uğraşa kavuşturur ve bahçesini yetiştirir."
(Ozet, bu linkten alinmistir.)

Kitabin uzun halini henuz okumadiysaniz okuyun derim. Ben lise yillarinda okumustum, ara ara goz gezdirdigim de oldu ondan sonra ama yakin zamanda, yeni bir baski ile okumadim.

Ne diyorduk, "bahcemizi yetistirelim"... Anafikir tum olumsuzluklara karsin hayati yasamaya deger kilan aslinda herkesin elinden geldigince kendi en iyi bildigi seyi yapmasi.
Buyuk yangina su tasiyan karinca misali ben eger cocuklarima, cevreme faydali bir insan olabilirsem, onlara daima gercegin pesine dusmeyi, arastirmayi, sorgulamayi, nefret etmemeyi, merhameti, inceligi, her insanin kendi ozunde degerli oldugunu, sevgiyi, kendilerini ve tum insanlari sevmenin ve karsilik beklemeden yardim etmenin bu dunyayi cok daha guzel yapabilecegini  halimle, tavrimla, davranislarimla, kendi cevremdeki iliskilerimle, ailemizle, arkadaslarimizla, komsularimizla olan iliskilerimizle ogretebilirsem, yani velhasil kendi bahceme iyi bakabilirsem, bir seyleri, biryerlerinden degistirmeye bir katkim olur belki.

Korkmadan, yilmadan, kucuk adimlarla, buyuk hedefler icin... Bugunlerin yasanmasina engel olamadik, gelecek icin biz kendi bahcemize iyi bakalim...

14 Aralık 2016 Çarşamba

Bir çocuk sabahı...


Gariptir, dunden beri su dizeler kalbimde, aklimda, dilimde...


“Küçücük bir sabah
Bir çocuk sabahıydı
Anam olmadığı için
Oyuncağım uyandırdı beni
/.../
Ak bir uyku olmuştu ölüm
Anamın kara gözlerinde
/.../
Babamı amcalar vurdu
Ağabeyler öldürdü ağabeyimi ablamı
Kendi kendine öldü anam
Onu hiç kimse öldürmedi
Ben anama küsüm yargıç amca
Ölürken beni öpmedi”

Ilk dort dizesi eksiksiz kalmis, aklimda. Boluk porcuk animsadigim son kisimlarini tamamlamak icin internet aramasi yapmak durumunda kaldim. Ilk nereden okudum bu siiri cok hatirlamiyorum. Turkce ya da edebiyat kitabi olmali diye dusunuyorum, sonra son misralara bakinca, okulda bunlarin okunmasina izin vermezlerdi bizim zamanimizda diye dusunuyor, belki evdeki bir siir kitabiydi diyorum ama destansi, hikayemsi siirler disinda cok da siir okumadigim aklima gelince yine ders kitabiydi galiba diyorum. 

Nerede okudugumun onemi pek de yok aslinda. Onemli olan bu dizelerin, annesizligin, annesizligin acisinin, o kucuk yaslarimda -ortaokul ilk yillari zannedersem, 11-12 yaslari- kalbimde canlanmasi, beynimin derinliklerine yerlesmesi. 

Bazi anilari yasariz hep bizimledir. Bazi anilari bir koku tetikler, bir melodi, bir resim, bir kare, bir tad, bir sozcuk... 

Bu siiri hatirlamami tetikleyen bir degil, birkac sey oldu aslinda dun. Once, Halepteki sivillerin, ozellikle cocuklarin, insanligimdan utandiran goruntulerini gordum... Biz gormeye dayanamayan bir naiflik icindeyken o insanlar, o yavrular, o anneler, o babalar bu buyuk aciyi, savasin acisini yasiyorlar. Sonra evde olmami firsat bilerek actigim Turkiye kanallarinda haberlerde sehitlerin yarim kalmis, yarim kaldirilmis yasam oykulerini dinledim... "Buyuttum" dedikleri ogullarinin- kizlarinin resimlerini open analari, babalarini kaybetmis yavrulari gordum... 

Ustune, bir de "anne" diye bir dizi varmis, ona denk gelip, kaydi gozum... 
Anne olabilmenin, ya da olamamanin anlami ustune dusundum. Var olan annemin beni "annesiz" birakisini, kendi cocuklarimi, onlarin saclarinin, terlerinin kokusunu hissettim. 
Cocuklarimi, onlarin masumiyetini ozledim, okuldan hemen gelsinler istedim. 

Ve iste bu arada hep bu dizeleri soyledi dilim, kalbim... 

"Küçücük bir sabah
Bir çocuk sabahıydı
Anam olmadığı için
Oyuncağım uyandırdı beni"

*** *** *** 
Sonra cocuklar geldi ve gundelik yasama dondum mu? 
Donemedim, donemiyorum... 
Olumle basbasa kalanlari, yasam savasi veren cocuklari dusundukce donemiyorum. 
"Ne oldu annecigim?" diyen cocuklarima, "dua edin, dunyada nerede olursa olsun annesiz, babasiz, savunmasiz kalmis tum cocuklar icin guzel seyler, guzel gunler isteyelim" diyorum, devamli... 

Bir umut, belki onlarin kucuk, masum yureklerinden cikan dualar kabul olur, bir umut... 




13 Aralık 2016 Salı

Memleket, memleketim...

Memleketim, memleketim, memleketim, 
ne kasketim kaldı senin ora işi 
ne yollarını taşımış ayakkabım, 
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, 
şile bezindendi. 
Sen şimdi yalnız saçımın akında, 
enfarktında yüreğimin, 
alnımın çizgilerindesin memleketim, 
memleketim, 
memleketim... 
                      NHR
*** *** ***
Soludugum havada, bastigim toprakta, ekmegimde, suyumda, lokmamda degil ama Nazim'in dedigi gibi alnimin cizgilerinde, anilarimda, aliskanliklarimda, duygularimdasin memleketim... 

*** *** ***
Ah memleketim, ne kadar cok aci yasattin bize, ve hala yasatmaya devam ediyorsun... oluler, olumler, sehitler, hainler... hep kotu ama hep kotu haberler... 
Profiime siyah fotograflar koyup isyan etmemem ah etmedigimden degil, bir fotograf koyup gunluk hayata geri donmeyi edep bilmedigimden. Her animda acini paylasiyorum, acini yasiyorum... Bugunlerde daha cok, bugunlerde cok cok... Kelimelere dokulmuyor, dokulemiyor uzgunlugum, kizginligim... 
Uzgunum tum olanlara, yasananlara, olenlere, olunun ardinda kalanlara...
Kizginim, hem de cok kizginim tum yasananlara sessiz kalan, ortak olan, ve hatta destek olanlara... 

Elbet bu gunler de gecer... gecer ama nasil? ne zaman? iste bunu bilmiyorum...
umit ediyorum sadece, 
umit ediyorum benim ulkemde de insanlarin "bir agac gibi tek ve hur, bir orman gibi kardescesine" yasadigi gunleri gorebilirim diye...

Umit ediyorum:

"Güzel günler göreceğiz çocuklar 
Motorları maviliklere süreceğiz 
Çocuklar inanın inanın çocuklar 
Güzel günler göreceğiz güneşli günler" 
                                                                     NHR
diye umit ediyorum.... oyle iste...




9 Aralık 2016 Cuma

Klasiktir: bizde neden boyle degil?

Yaklasik 14 senedir, dile kolay 14 sene, Amerika'da yasiyorum. Her ne kadar kendi kendime, icimden yapsam da pekcok kiyaslama, dilimle "Turkiye'de bu boyle, bak burada su sekilde, bu sekilde" benzeri sozcukler sarf etmedim pek.
Ama simdi yapacagim boyle birsey. Bunu yapmama sevgili Ayse'nin bu yazisi vesile oldu. Ayse ne guzel betimlemis Turkiye'de okuldan cikan cocuklarin halini "hortumdan fiskirircasina". Oyledir degil mi gercekten de, teneffus olsun, okul bitisi olsun ipini koparircasina cikar cocuklar siniflardan okul bahcesine. Bizim zamanimizda da oyleydi, simdi de oyleymis... 
*** *** **
Selim ilk okula basladiginda benim ilk dikkatimi ceken "duzen" di. Ister sinif icinde olsun ister sinif disinda cocuklarin, hem de 5 yasindan itibaren buyugunden kucugune tum cocuklarin, her daim okulda bir duzen icinde hareket etmesi gercekten sasirtmisti beni. Bu Boston'daki okullarda da boyleydi burada da boyle. 

Oncelikle cocuklar sikca tenefuse cikmiyor burada. Arada bir siniftan, ya da aktiviteden digerine gecis oldugu icin ihtiyac hissedilmiyor zannediyorum. Buyuk tenefusleri var, once kucuk siniflar (anasifindan-2. sinifa kadar) ogle yemeklerini yiyor 20-25 dakika kadar, sonra tenefuse cikiyorlar. Kucuk siniflar yemekteyden buyuk siniflar (3., 4., ve 5. siniflar) tenefus yepiyor, buyuk siniflar yemekteyken kucukler tenefus yapiyor. Boylelikle buyuklerle kucukler bahce- oyun alanlarinda pek karsilasmiyorlar. Yani kucuklarin buyuklere ezilmesi gibi birsey sozkonusu degil. Tenefuse cikarken de siniflardan siraya girip sirada cikiyorlar disariya. Okul koridorlarinda bagirma, kosturma gibi bir durum olmuyor. 

OKul bitiminde ise, daha siniflarda ayriliyor ve siraya giriyor cocuklar, okul otobusune (yani servise) binecek cocuklar, yuruyerek gidecek cocuklar, ve ailelerinin arabayla aldigi cocuklar diye. Ve her ogretmen ve yardimci ogretmen yine sira dahilinde bu cocuklara eslik ediyorlar disariya cikincaya dek. Disarida genelde 5. sinif ogrencilerinin gorevleri oluyor, kucuk siniftan ogrencileri servise eslik etmek, bayragi gondere cekip indirmek, sira duzenini saglamak gibi. Bunlara "emniyet gorevi" (safety job) diyorlar ve 5. sinifa gecen ogrenciler bu gorevleri dort gozle bekliyorlar. Selim bu sene 5. sinifta oldugu icin bayrak gorevlisi olmak istemis, 4 cocuk birlikte bayragin gondere cekilip indirilmesinden -her sabah ve aksamustu yapiliyor bu islem- ve duzgunce katlanip mudur odasina goturulmesinden sorumlu. Kerem ise su anda 2. sinifta ve 5. sinifa geldiginde kucuk cocuklari servise goturme isini yapmak istedigini soyluyor. 

Duzen, sistem dahilinde ne ogrenciler itisip kakisiyorlar, ne de ogretmenler avazi ciktigi kadar bagirip disipilini saglamak adina cocuk psikolojisini bozacak hareketlere girisiyorlar. Sistem dahilinde herkes mutlu anlayacaginiz. 
*** *** ***

Zor birsey mi sistem oturtmak? Elbette degil ancak, herkesin katilmasi ve sureklilik gereken birsey. Malesef Turkiye'de egitimin icerigi, sinav-olcum sistemleri yap boz haline gelmisken davranis duzenikonusunda nasil bir sistem uzerinde calissinlar ki? 

Biz yine de umut edelim, belki bir gun?

8 Aralık 2016 Perşembe

Aralik 2016


Her Aralik'ta bir dogumgunu yazim olurdu benim, ozellikle duzenli yazdigim zamanlarda. Ilk bunu yazmisim mesela, son dogumgunu yazim da 2013 deymis. Bu Aralik'taki dogumgunum gecti bile. O gun, yazmaya cok uygun vaktim de olmasina karsin yazmadim, yazamadim, elim klavyeye gitmedi. Kendimi "ozel" hissettim hissetmesine de bir melankoli, bir burukluk, bir huzun haliyle birlikte. Anlamlandiramadim bunu 40'a 2 kalmasindan belki de diye dusundum. 40'a 2 var ve ben boyle hissediyorsam 40 galiba etkileyecek beni.
Oysa dogumgunu sabahimda kalktigimda tek yaptigim sukretmekti, tesekkur etmekti, bu yasima saglikla, cocuklarimla, ic-huzuruyla girebilmenin tesekkuru...

*** *** ***
Ama bu dogumgunumde Fatma Ablamizi hatirladim ben. Fatma Ablamiz hakkinda yazmis olmaliydim simdiye kadar diye blog arsivlerine baktim ama goremedim.
Fatma Ablamiz, Turkiye'de gecirdigimiz 8 aylik donemde Ibrahim'e bakmak uzere tanistigimiz ve sonucta hepimize bakan, bize gercekten bir ablalik yapan ablamiz. Bazi insanlar vardir, kalbinize dokunurlar, oyle iste kalbimize dokundu Fatma ablamiz.  Yaptiklariyla, sohbetleriyle, dostluguyla, cocuklara surprizleriyle. Bana abla gibi cocuklara anne gibi, teyze gibi destegiyle yuregimize dokundu. 2 Aralik 2013'de bir yandan Ibrahim ile ilgilenirken bir yandan da oyle guzel bir sofra donatmisti ki dogumgunum icin, yaptigi kisirin tadi hala damaklarimda...

Ben onun kulaklarini cinlatirken, ondan gelen bir mail sevindirdi beni. Yine unutmamisti dogumgunumu, satirlariyla karsimda hissettirmisti kendisini. Guzel bir dogumgunu hesiyesi verdi yine bana, sagolsun.
*** *** ***
Tesekkur dogumgunu vesilesi ile olsa da, kalbimize giren guzel insanlara olsun. Bizi yanliz birakmayan, hic olmadik bir zamanda guzel bir sesle, birkac satirla yanimizda olduklarini hissettiren dostlar icin olsun. Yasamayi, dostluklari degerli kilan biraz da boyle insanlarin varligi degil mi?


29 Kasım 2016 Salı

Kucuk Kadinlar

Kucuk Kadinlar'i okumayan var midir bilmem...
Ama bugun google'i acar acmaz gordugum resim "ah kucuk kadinlarrr..." narasi attirdi bana.
Oyle sicak, oyle kitabi yansitan bir resim olmus ki paylasmadan olmaz dedim.


Google, Kucuk Kadinlar'in yazari Louisa May Alcott'in 184. dogumgunu anisina koymus bu resmi. Louisa May Alcott'in kendi zamanina gore siradisi yasami Boston'da yasadigim zamanlarda dikkatimi cekmisti. Selim'in okulundaki gezi Louisa'nin evine goturdugunde bizi, sanki kitap canlanmisti gozlerimin onunde. Kendimle ozdeslestirdigim Jo ile tanisacagimi sanmistim evi gezerken. Yazarin kendi hayatindaki kole karsitligi, ozgurlugu, ve feministligi de Jo da hayat bulmustu. 
Louisa'dan kucuk bir kesit izlemek isterseniz buraya tik tik.

Kendime not: Tekrar okumak lazim Kucuk Kadinlar'i, bu yaz, belki bu defa orijinal dilinden...

Olanlar olmus...

Bir vesile ile, ki detaylari onemli degil, Ilhan Irem'in "olanlar olmus" sarkisini dinledim... Bir an durmusum, oyle gercekten durmusum, kalakalmisim taa ki baktim en kucuk oglan kazagimdan cekistiriyor "annem, annem" diye...
Eskilere gittim diyecegim de bu sarki ben 3 yasindayken cikmis, 80li yillarda da pek calindigindandir belki, cocukluguma goturdu beni.
Cocuklugum, bir dugum bogazimda.
Cocuklugumla simdiki zamanlar arasinda sanki yuzyillar var gibi.
Cocuklugum, sanki ben degil, bana ait degil, bir baskasinin yasami gibi.
Cocuklugum, tekrar tekrar gordugum bir ruyanin sonunu gormeden uyanir gibi.
Oyle iste bir sarki seni senden alir, durdurur, tikar, dugumler...
Sonra bir ani gozunun onune gelir: Gun, universite sinavlarinin aciklandigi gun... Gun, sonuclari ogrenmemle birlikte kirmizi bisikletime atlayip, annemlerin yazligindan anneannemlerin yazligina ucarcasina bisiklet surdugum gun. Gun, en buyuk teyzemin bir bucuk sene kadar sonra olecegini bilmeden mujdeli haberi verme gunu. Gun, gelecegin neler getirecegini bilmemenin sapsalligini yasadigim gun.
Bazi an'lar, bazi ani'lar vardir, gozler onunden gitmez. O, onbes dakikalik bisiklet yolculugu gibi. Bisikletin tekerinin degdigi her tasi animsiyorum desem? Yuzume vuran ruzgari, ogleden sonrasi gunesinin sicakligini, denizden esen ruzgari, gectigim  henuz site olmamis seftali bahcelerini...
Bir "olanlar olmus" sarkisi bana tum bunlari animsatti bir anda...
***
Cocukluguma gelince: yasanmisti, bitti. Birkac kisiymis insanlari bir arada tutan, onlar da gidince aile baglari bitti.
Ayrica anladim ki ister anne babaniz olsun, ister en yakinlariniz, onlarin istedikleri normlara uymayinca aile baglarini silip atabiliyorlar. Ailede boyle olunca toplumdaki cozulmeler de cok sasirtmiyor beni.
Anlayacaginiz, bizlere de "olanlar olmuuuus, olanlar olmus"...

15 Kasım 2016 Salı

Ben bir robot degilim

"Ben bir robot degilim" yazisinin yanindaki kutucugu da isaretledik mi tamamdir, yorumumuz onaylanmistir...
Tamam, hos da sahi ben bir robot muyum degil miyim? Durup dusununce hic de kolay degil aslinda bu sorunun cevabini vermek...
Robot muyum?
Soyle donup bakinca su gundelik yasama, rutinlerime, yaptiklarima robot degilim demek oyle zor ki... Hatta o kadar alisir olmusum ki bu rutinlerde birsey degisse bazen affalliyorum, neydi, ne yapacaktim ben diye...
Dusuncelerim de robotlasti, bazen "simdi bu durumda boyle hissetmem gerekir" diye hissettigim seyler dahi oluyor hayatimda. Ne kadar cizgi disi olabiliyorum? Ne kadar disinda kalabiliyorum cemberin?
Gariptir ben robotlastigimi, insanlik olarak robotlastigimizi dusunurken, film/dizi sektoru tam tersi robotlari insanlastirmaya calisiyor... Humans ve Westworld insanligin her turlu hizmetini karsilamak uzere yapilan robotlarin dusunebildigi, sevebildigi, yanilmadan yaniltip insan sozunden cikabildigi takdirde neler olabilecegini kesfeden iki ayri -ama aslinda benzer- dizifilm. Biz insanlar robotlasirken aslinda bir yandan "insanlasmayi" konu ediyor ve izliyor olmamiz da ilginc geliyor bana.
Keske bu dizilerdeki bir robot kadar kendimizi, kimligimizi, insanligimizi sorgulayabilsek.

8 Kasım 2016 Salı

8 Kasim 2016

8 Kasim 2016...

Tarihe bir not: Bugun ABD'de, ABD tarihinde esi benzeri gorulmemis bir secim kampanyasini sonuclayacak secimler var. Bu secim kampanyasi herkesin ortak gozlemledigi gibi tek kelime ile "kirli" idi. ABD demokrasisine yakismayan suclamalar, vaatler, soylemler yapildi. Malesef her iki parti de adaylariyla secmen kitlesini memnun etmedi. Konustugum herkes bizim tabirle "kotunun iyisi"ni secmek icin oy kullaniyorum diye dusunerek secime gitti. The Economist'in karikaturu gibi bir camurdan, batakliktan cikmis gibi hissedecek herkes bu secim kampanyasi sonucunda. Populist, korku dolu, ve "oteki"lestiren politikalar ve politikacilar bizlerin yasamini camura sokmaktan baska birsey yapmiyorlar, bunun kotu bir uygulamasini Turkiye'de izlerken burada da basimiza geliyor olmasini kotu bir tesaduf diye nitelendirip, Trump secilmesin diye umid etmekten baska birsey gelmiyor elimden.
Bu arada bugun oy kullanmadim ben, burada secim gununden once belli bir sure icinde de oy kullanabildigimiz icin daha once yapmistim secimimi. Politik goruslerim hangi adayi cikarirlarsa cikarsinlar demokratlarla paralel cizgilerde ozellikle ekonomi, devletin ekonomideki yeri, dis ticaret, ve devletin kadinin secimlerinden ellerini cekmesi konularinda.


Sonuclar pekcok insani sasirtmayacak belki ama yine de heyecanla bekliyor insan, acaba ABD de ilk kadin baskanini sececek mi diye...  Az sabir, gorecegiz...

***
Diyet gunlugu'ne gelince, bu yaziyi 3.5 mile ( 5.6 km) aktif yuruyus ve kosu sonrasi yazdigim icin gurur duyuyorum kendimle. Yeme konusu bir yana, bu "saglikli yasam" halleri duzenli bir sekilde daha aktif olmaya yonlendirdi beni. Ne kadar kilo verdigime (ya da vermedigime) takilmadan hergun mutlaka bir egzersiz sikistirabiliyorsam gunluk rutinime bu tatmin ediyor beni saglikli yasam yolu'nda. 38 yasima girmeye bir ay (hatta daha az) kaldigi bugunlerde, bu degisiklik iyi geliyor bana. Hatta bazen Selim ve Kerem'in de bana bisikletle, scooterla, ya da yanibasimda yuruyerek katilmasi onlarla olan iliskime de baska bir boyut kazandiriyor.
Bir de spor bahanesi ile "me time", yani "bana ozel" zaman alabiliyorum, zihnen ve bedenen iyi geliyor insana. Sonucta mutlu bir ben mutlu bir anne demek cocuklar icin de...

2 Kasım 2016 Çarşamba

Durdum...

Unutmusum.... Diyet yaparken insanin enerjisinin ve vaktinin buyukce bolumunu bu diyet konusuna ayirdigini unutmusum. Diyet yapmak, ne yiyecegini, nasil yiyecegini, ayarlamak, planlamak, programlamak, yuruyus vaktini , spor  vaktini sabitlemek bunlar cidden cok vakit alan seylermis. Sanki hayatimda baska birsey yokmus gibi mesgul ediyor insani bu konu.
Hal boyleyken verdigimin karsiligini almak istiyorum ancak yok... En son tartildigim kiloda kaldim bir haftadir -topu topu 15 gun oldu gerci bu ise baslayali ama-. Iste vaktimi bu kadar verdigime gore soyle hergun bir iki pound vereyim diyorsun ama olmuyor.
En zor kismindayim zannedersem. Yol ayrimi ya devam edecegim ha geyret bakalim bo yolun sonu ne olacak diye, ya da birakacagim bir haftadir o kadar ugrasiyorum bir meyvesini goremedim diye...
Bilmiyorum, sabirsizlik mi ediyorum?

25 Ekim 2016 Salı

Diyet Gunlukleri

7. gun de bitti, bugun 8. gune basladim...

Simdilik gunleri genelde 900 kalori altinda bitiriyorum ve bununla birlikte mutlaka yuruyus/spor kombinasyonuna devam ediyorum.

Yurumenin kosmaktan daha faydali oldugunu okumustum kilo verme doneminde, bu nedenle gunde 1 saat hizli (kosu bandinda 5-6'ya denk gelebilir) adimlarla 1 saat yuruyorum. Gunde minimum 10,000 adim hedef, bu simdilik benim yogun olan programima sikistirabildigim kadari.

Ayrica bu blogda da bahsedilen fitness blender da yapmaya calisiyorum. Onceden bilmeden karisik youtube'da buldugum videolarini yapiyordum simdilik daha duzenli gitmeye calisiyorum.
Simdilik iyi gidiyor zannediyorum, diyet konusunda stresli degilim, diyet yapmiyorum daha saglikli yiyorum mantigi ile hareket ediyorum bu da stres yapmiyor beni. Bu arada gunluk her yedigimin kaydini tutuyorum, sabah, oglen, aksam ve ara ogunlerin hepsini yaziyorum, hem kalori takip etmek hem de gelisimimi olcmek icin. Bunlar icin cesitli programlar var demistim ben LoseIt diye bir program kullaniyorum telefondan hergun yediklerimi girdigim. Bir de bol bol su icmeyi ihmal etmiyorum.

Evet, gecen pazartesi aksami 150 pounds (68 kg) gormustum tartida, hamile oldugum donemler disinde bu kiloyu gormedigim icin afallamis ve pantalonlarin yalan soylemedigi kararini vermistim :). Bugun kahvalti sonrasi tartildigimda 141 pound'da (63.95 kg) oldugumu gordum. Gun icinde +/- 1 pound (+/- 453 gr) oynayabiliyor, yani simdilik 63.5- 64 kg arasinda oldugumu soyleyebilirim gonul rahatligiyla.

Hedefim  123 pound yani 55-56 kg civari olmak, diyete baslamisken boyuma gore ideal denilebilecek bir kiloda durup, o seviyeyi korumak istiyorum.
Normalde boyle bir konuyu yazmazdim ancak bana da hedef olsun, motivasyon olsun diye yaziyorum simdilik.
Bakalim basarabilecek miyim?


21 Ekim 2016 Cuma

Kendime yeni bir "Ben" lazim...

Lazim mi acaba? yok canim o kadar da degil...

Sadece "diyete basladim ben" demenin farkli bir versiyonu bu. Bugun 4. gun. Belki buraya yazarsam daha uzun soluklu olur diyetim diye yaziyorum.

Diyet, ucuncu hamileligimdeki hamilelik sekeri sebebiyle yaptigim benim deyimimle "seker diyeti"ni saymazsak, sozlugumde 15 yildir olmayan bir kelimeydi. Soyle ki universite yillarimda bir ara cok kilo alip, tombik bir ben olunca ben diyetisyen yardimiyla baya bir kilo vermistim. Vermistim vermesine de ayni zamanda nefret de etmistim diyet olayindan. Bir de guzellik ve kilo takintili bir anne ile yasarken yillar once, her yemekte onun kalorisi bunun yagi soylemlerinden de biktigim icin diyetlerin yanina dahi sokulmadim son 15 yildir. Dogrusu guzellik kaygisi tasimadigim icin, nasil gorundugum hicbir zaman nasil hissettigimden daha onemli olmadigi icin diyet yapma gereksinimi duymadim. Hamilelikte aldigim kilolar da Heidi Klum misali -onun kadar olmasa da- emzirme ile gitti hep.

Amma ve lakin dort gun once durum degisti. Yazdan beri icimde kipirdayan "kilo aliyorum" hissiyati gecen hafta kisliklari cikarip pantalonlarimi giyince "evet, kilo almisim" a donustu. Pantalonlar oluyor olmasina da , kendime iyi haber: alisverise cikmana gerek yok Sumuklu, ayni zamanda tamtamina oturuyor. Hani su egilip kalksam ucuncude patlayacak cinsten. Iste bu beni rahatsiz etti ve 2016 yilinin Ekim aynin 18'ine denk gelen Sali gunu basladim diyete. 4. gun ve saymaya devam...

Diyet olarak ne mi yapiyorum, en basiti tum seker ve turevlerini, ve tum karbonhidratlari cikardim hayatimdan. Sabah kahvaltisini bir haslanmis yumurtaya, ogle yemegini yagsiz salataya. aksam yemegini de 1 corba kasigi zeytinyagiyla pisirilmis sebze yemegine indirgedim. Bazi gunler et ve turevlerine de yer var elbette. Ara ogunlerde gunde 1 elma, ya da biraz peynir vs atistiriyorum. Gunluk yedigimi girebildigim programlar da yardimci oluyor diyet hesabi yapmama. Bir de ogun atlamamaya calisiyorum. Universitede kilo almama sebep de sabah yiyip aksama kadar hicbirsey yemeden yasamamdi. Makineyi calisir durumda tutmak lazim her daim

Bunun ustune kosmaya basladim, kosmama yardimci olan cok guzel programlar var telefonda, yuruyus ve kosma ile karisik 8 haftalik bir program izliyorum. Zor ama simdilik iyi gidiyor. Hatta dun Selim de kostu benimle.
Kosmak bir anlamda kafami da dinlendiriyor, "me time" dedikleri "kendi -kendime kaldigim" hem muzik dinledigim hem kafami bosalttigim hosuma giden bir zaman dilimi. Diyet bitse de bir zaman, kosmayi surdurmeyi istiyorum.

Su anda kendimi iyi hissediyorum diyet konusunda. Oyle cok kafami takmadan yapinca stres de olmuyorum pek. Bakalim ne zamana kadar surdurebilecegim? Hadi bana sans dileyin ;)


*** *** ***
Kendime not: Dun gece O'nu gordum yine ruyamda, ruyalar-gercekler her zamanki gibi allak bullak ediyor insani. Ama artik eskisinden farkli olarak gercekler daha agir basiyor. Evet yine yuregimde bir yumrukla uyandim ama butun gun surmedi etkisi. Zamanla unutuyor muyum ne? Ama unutmak da istemiyorum... Bu da #buyukleremasallar olsun. Gercek ve masal arasinda...

14 Ekim 2016 Cuma

13 Ekim 2016 Perşembe

Koku

Koku deyince akliniza ilk once ne gelir?

Dusunme payi vereyim...

...

...

Benim koku deyince aklima ilk once Patrick Suskind'in o klasik kitabi gelir: Koku.

Sonra cesit cesit koklamayi sevdigim, ancak hep bir tanesini kullandigim parfumler, ve de anilar gelir, kokularla ozdeslesmis anilar... Babaannemin evinin kokusu, anneannemin beden kokusu, cocuklarimin terle karismis -bana mis gelen- kokulari, ocaktaki sarmanin, sutlactaki tarcin'in kokulari, deniz kokusu, ruzgar kokusu, sabahin kokusu, cimenlerin kokusu, yaz mevsiminin ve sonbaharin ve elbette bir bahar ogleden sonrasinin kokusu... hepsi ama hepsi bir aniyi, bir yasanmisligi, bir an'i animsatir bana. Bunlarin hepsinin bana cagristirdiklariyla ilgili bir yazi yazabilirim ornegin hemen.

Ama, durayim.

Dusunmeye, hayal etmeye, anlamaya calisayim... Ya anosmik olsaydim? Anosmi de ne diyenler icin, ben de bugun bir radyo programindan ogrendim bunun tanimini, genetik olarak dogustan koku alma hucrelerinin olmadigi hal oluyor, ya da bazi kisilerde sonradan darbe, kimyasal bir madde koklama vs. sonucunda koku alma hucrelerinin buyuk zarar gormesi hali. Insan belli donemlerde ya duyamasaydim, ya goremeseydim, ya konusamasaydim diye dusunuyor da acikcasi bu radyo programini dinlemeseydim, ya koku alamasaydim diye dusunmeyecektim.

Kokusuz bir hayat, cicegi, bocegi, bahari, kisi koklamayi gectim de, yemegin bozuldugunu, ya da ocakta birseyin yandigini, bir gaz kacagini, arabanin motorundan gelen kotu kokuyu duyamama durumunun insani ne tehlikeli durumlara soktugunu dusununce ciddi bir boyut kazaniyor. Hadi bunlar da cok onemli degil, her nasilsa yalniz yasamiyorum diyenler icin de sunu animsatayim: kokusuz bir hayat anisiz bir hayat ayni zamanda...

Bu konuyu duyduktan sonra kucuk bir arastirma yaptim ve ogrendim ki koku almayanlarin anilari da koku alabilenlere kiyasla cok daha zayif oluyormus. Ve hatta cogu zaman koku alabilen kisilerin hatirladigi pekcok olayi koku alamayan kisilerin hatirlayamadigi gozlenmis. Kokusuz bir hayat, anisiz bir hayat, yasanmamisliga cok yakin bir hayat...

Gidin koklayin simdi, yavrunuzun basini, sonbaharin havasini, kitaplarin sayfalarini, yeni ezilmis kahve cekirdeklerini, yagmur sonrasi topragi... unutmak istemediginiz her ne varsa koklayin iste...

Kendime not: Kiymetini bilecek ne cok sey var su hayatta, yeter ki gormesini bilelim. 


11 Ekim 2016 Salı

Orman...

Evimizin hemen arkasinda bir orman'cik var. Oyle cok buyuk birsey degil ama birkac geyik surusunu, yabankazlarini, bir tilki ailesini, ve istemediginiz kadar cok sincabi barindirir cinsten. Ici de pek bakimli degil bu nedenle disaridan bakildiginda biraz da urkutucu bir havasi var. 

Birgun... Birgun ben zannediyorum ki ben cok bunaldigim bir anda cocuklarin onunde  "ah herseyi birakip simdi su ormanin icine girip de kaybolasim var" diye sesli bir sekilde dusundum. Selim ve Kerem pek takmadilar ama galiba bu dusunce yalnizca uc yasinda olan en kucuk oglanin aklina cok farkli bir sekilde girdi. Soyle ki birkac gun once banyoya girdigim bir sirada kendisi -yine- beni aramis, zira evde dahi olsa benim yanimda olmadan yapamadigi bir donemdeyiz. Arayip bulamayinca aglamaya baslamis. Ben banyodan ciktigimda kendisini kapinin onunde "annem ormana gitmis, annem ormana gitmis, birakmis bizi gitmis" diye aglarken buldum. Sarilip sakinlestirmeye calistim, o anlik basardim. 

Ancak bu "ormana gitme" meselesi onun kucucuk kalbine kazinmis durumda. Ne zaman bir yaramazlik yaptiginda onu ikaz etsem hemen gelip bana sariliyor simsiki ve "ormana gitmeyeceksin degil mi?" diye emin olmak istiyor. Anlasilan "gidecegim" dedigim zamanki duygusu "gitmeyecegim" dedigimde veremiyorum tam olarak. 

Simdilik, "anne hicbir zaman seni birakip ormana gitmeyecek, tamam mi?" diye hergun onu ikna etmeye calisiyorum. 

Insan yetistirmek zor zanaat. Nokta.

Kendime not: yine yeniden anladim ki cocuklarin yaninda birseyleri dillendirirken cok dikkatli olmak gerekiyormus...


Ekim, 2016 -Maryland, USA

Beklentisizlik, buyumek, yasam, oyle iste...

Yaslanmaktan cok korkan annem dogumgunlerinde "buyuyorum" derdi.
Ben yas almaktan hicbir zaman korkmadim ama  farkediyorum ki ben de buyuyorum gun be gun....

Aynalar henuz fazla degil belki ama aliskanliklarim ve beklentilerimdeki degisiklikler hissettiriyor bunu bana.

Ornegin beklentilerim yok denecek kadar azaldi.
Bu demek degil ki belli bir hedefim, amacim, istegim yok. Var elbette ama olan hedeflerin cogu kendim icin degil artik, cocuklar ve onlarin gelecegi on plana gecti cogu hedef ve kararda.

Evimde soyle esyam olsun, suraya iki koltuk, buraya yeni perde gibi beklentilerim ihtiyaclar disinda sifir. O yuzden bana cok ilginc geliyor her daim esya almalar, herseyi en yenisiyle degistirmeler... Alisverislerim de ikinci ellerden cogu zaman. Kiyafet de ayni. Zevk icin alis-veris etme diye birseyim kalmadi gercektenden de. Online alisveris sepetlerim bile bos kaliyor o kadar bulamiyorum cogu zaman istedigim bir seyi. Demek ki istemiyorum...  Suraya gideyim, burayi gezeyim de yok... Gezmelerim hep cocuklar odakli, kendi gezmelerim de is icin nereye gidersem, zorunlu... Hani tatil icin baktigim yerlerden sikiliyorum bir sure sonra, heryer ayni degil mi diyorum. Bana bulundugum mekan yetiyor, disarida yuruslerime cikip, sikinti bastiginda alip basimi gidebilecegim bir yer oldugu surece yeter diyorum.
Arkadas secimlerim de oyle, oyle suraya gidelim buraya cikalim, surada bunu icip burada gunesi batiralim seklindeki arkadaslara takilamiyorum, yuzeysel sohbetler beni yoruyor, ustunde konusabilecegim konularin oldugu bir insan yetiyor bana. O da olmazsa yaziyorum, ya bloga, ya telefona, ya kendi kendime. Gecen gun yazip yazip kenara kaldirdigim mektuplar buldum. Cogu zaman kendime yazilmis mektuplar.... (Kendi kendine konusana "deli" derler gibi deyislerin bulundugu kulturumuzde kendi kendine mektup yazanlara ne denir? Hos, konusma da var bende...) Velhasil insanlardan da bir beklentim kalmadi, bir yere gidelim, birseyler yapalim diye bir beklentimin oldugu hickimse yok etrafimda.
Ozel gunleri beklemiyorum, kutlamalari beklemiyorum, birilerini beklemiyorum, birseyleri beklemiyorum.

Bilmiyorum, bu neyin halidir... Kendini soyutlamanin mi, ya da sadece "buyumenin" getirdigi bir hal midir...

Beklentisizlik disinda devam ediyor hayatim ayni sekilde kosusturma, makale yazimlari, calismalar, sunumlar, dersler, ders notlari, ogrenciler, toplantilar, konferansler, cocuklar, onlarin dersleri, oyunlari, bakimlari, ev, bahce, kitaplar, yazilar, doga ve su zamanlarda sundugu binbir renkler...
Yani beklentisizlik hayattan zevk almamayi, hayattan elinden ayagini cekmeyi gerektirmiyor.

*** *** ***
Buyudugumun her daim farkindayim ama...

Hani bir kissa vardir: Hz. Omer kendisine olumu animsatsin diye bir adam tutmus, adam hergun gelir "Olum var ya Omer" der, olumun varligini hatirlatirmis ona. Sonra bir gun aynaya bakarken Omer farketmis ki bir beyaz tel sacinda... Tuttugu adami cagirmis yanina, demis seninle isimiz bitti, hergun gelip boyle demene gerek yok artik bana... Adam sormus, neden diye. Yanitlamis Omer artik olumu animsatan aklar var sacimda diye.

Bu kissanin misali, buyudugumu de sacimdaki aklar degil belki ama beklentisizligim hatirlatiyor artik bana.

Kendime not: yine de "olumun oldugu bu dunyada hicbirsey cok da ciddi degildir aslinda"  F.Kafka.




Atlantik Okyanusu'ndan gundogumu, Aralik-2015

8 Ekim 2016 Cumartesi

Yasadigimiz yer

Birkac eyalet, ulke vs. degistirince insan, biraz da gocebe ruhlu olunca haliyle her neredeyse orayi sorguluyor, iyi mi, guzel mi, burada yasamayi seviyor muyum diye...

Bir yeri guzel yapan insanlari, o yerde kurdugun dostluklardir derler, orasi dogru, katiliyorum ama "gocmen" olan bizler icin -tam anlamiyla gocmen, Amerika'ya baska ulkelerden gelip yerlesenler ilk once "immigrant" oluyorlar, onlarin cocuklari, yani bizim cocuklarimiz "birinci nesil- first generation" olabiliyorlar ancak... 15 yil da yasamis olsaniz, 5 ay da farketmiyor "gocmen"iz iste :) - her yer ayni dostluk firsatlarini sunamayabiliyor insana. Yas kemale de ererken kolay kolay dostluklar da kuramiyor insan. Bu nedenle bu kriteri es geciyorum simdilik. Yani acikcasi dostluklar acisindan her yer ayni benim icin... Aslina bakarsaniz ne ilginc ki benim dostluklarim internetin oldugu yerde daha cok...

Yasamayi sevdigim yerler kriterinde ilk sirada doga'si geliyor. Aslinda bunun boyle oldugunu Ankara'da yasadigimiz 10 aylik surede anladim. Amerika'nin ozellikle orta-kuzey-dogusunda yasadigimiz icin yesile ve yesillige farkinda olmadan cok alismis gozlerim. Boyle olunca Turkiye'de, ozellikle Ankara'daki yesilsizlik huzursuz etti beni. Ilginc ama sanki 23 yilimi gecirdigim ulke degildi benim icin Turkiye... Karadeniz nasil bilmiyorum ama anladim ki sirf "doga" kriterinden dolayi Turkiye defteri kapanmis benim icin. Dogal guzellikleri var elbette Turkiye'nin ama doganin insanin yasaminin icinde olmasi cok daha farkli ki bunu simdilerde cok daha iyi anliyorum.

Sadece goze hitab etmiyor yasadiginiz yerin dogasi, her mevsimin renkleri- renkliligi disinda yasaminiza da giriyor doga : kar yagiyor kar kuruyorsunuz, yapraklar dokuluyor arka bahcemizde bol bol onlari toplamak ayri bir gorev oluyor, firtina esiyor agaclari budamak gerekiyor. Geyikler, tavsanlar, tilkiler, kazlar komsu olurken bir yandan bir yandan da sabir vesilesi oluyor aman buyuyen domateslerimizi yemesinler diye...

Oyle cok sehrin icinde olmayi da sevmiyorum dogayla ic ice olmayla birlikte, cok sehrin icinde olmamali ama istedigi zaman da hemen gidebilmeli. Su anda hem Baltimore, hem de Washington DC'ye hemen hemen esit mesafedeyiz. Is icin haftada neredeyse uc gun Baltimore'a gidiyorum ve muze vs. gezmek istedigimizde, ya da isimiz dustugunde de DC'de sehir havasi soluyabiliyorum. Bunlar da bana yetiyor. Hos, suburb'de oturmak kolay degil, evin bakimi, bahcenin bakimi gibi konular dolayisiyla ama en azindan bunlari yapabiliyorken sehre bu uzaklikta olmak iyi. Ilginc ama belki yaslaninca sehirde otururum diyorum. Gerci bu her iki sehir de yesillik bakiminindan suburbleri aratmiyor.

Bir de alip basini gidebilmeli insan illa oyle arabayi surup de degil ama yuruyerek, kosarak, bisikletle bazen de kacarak herseyden belki de...
Iki sene once oyle yuruyerek bir yerlere ulasamayacak mesafede bir yerde oturuyorduk, sirf yuruyus yapamadigim icin kendimi o kadar cok bir yerlere kisilmis hissetmistim ki, buraya tasinirken ozellikle bu konuyu arastirdim, evet simdi istedigim zaman uzun yuruyusler, kosular yapabiliyorum ve bu bana iyi geliyor.

Bulundugumuz yeri seviyorum, hos ailemizde herkes ayni seyi dusunmese ve birakip gittigimiz bazi yerleri ozledikce elimizde olanin guzelliklerini gostermeye calisiyorum onlara... Gorebilmek, gorup de huzurlu olabilmek guzel...





6 Ekim 2016 Perşembe

Sonbahar

Sonbahar...

Son degil, ilk benim icin... "Bahar" 

Her sonbaharda sanki "ilk"baharmiscasini kipir kipir olur icim. Doganin renkleri, renkliligi hep bir yerlere surukler beni. Yuruyusler, en kucuk yapragin bile fotografinin cekildigi yuruyusler...  Aksamin binbir turlu renkleri... Bu renkler sanki baska mevsimde olmadigi kadar farklidir benim icin sonbaharda. Belki benim hissettigim belki gercekten oyle. 

Oyle o aksam kizilliklari... Kucuklugumden beri aksam kizilligina muptelayimdir. Aksam giden gunesle ben de gitmek isterim hep gunesin gittigi yere dogru, batiya batan gunesin ardindan, kovalayan ben. 

Gunbatimlari her nedense bu mevsimde daha cok Ege'de denize batan gunesleri ve ilkgenclik yillarimda yalniz kalmak icin gittigim Aydin tren istasyonundan, ufukta tren yolunun ustunden batan ginesleri animsatir bana. O duygulari yasarim tekrar oturup uzun uzun izledigim gunbatimlarinda. 

Hos, simdilerde uzun uzun bakamasam da batan gunesin ardindan, en azindan kisacik bir zaman diliminde de olsa bir selam veriyorum kaybolan gunese... Ufukta olamasa da her zaman, bulutlarin ya da agaclarin ardinda kizilligini birakip giden gunese...

Sonbahar bu cografyada baska bir guzel ayrica... Bol yesilliklerin disinda Ekim ayinin son gunu kutlanan Cadilar bayramina hazirliklar ayri bir guzellik katiyor cevreye. Balkabaklari, cadilar bayrami dekorasyonlari, sonbahar festivalleri, balkabagi aromali kahveler, mumlar, sonbahar cicekleri derken mevsim daha da senleniyor.  Iste cok yogun olmama karsin cevredeki bu degisiklikler, ozen, insana yorgunlugunu unutturacak cinste. Cadilar bayraminda cocuklarla seker toplamaya gitmeyi ise ayri bir seviyorum desem yalan olmaz. Bana kucuklugumde bayramlarda cantami koluma takip komsu kapilarinda el opup seker, cukulata, bozuk para toplayislarimizi animsatiyor. Her ne kadar bayramliklarin yerini cesitli kostumler alsa da...

Bir de her sonbahar ille de okudugum bir kitap vardir: Eylul . Oyle cok degisik bir konusu oldugundan degil ama Iskocya'da gectigi ve icinde barindirdigi insancil problemlere karsin kitabi bitirdiginizde sizi olumlu duygular icinde biraktigi icin, her sene ayni kitabi okurum. Hani ara ara donup baktigi kitaplar vardir insanin ama bu kitap benim her sene bu zamanlarda tekrar  ziyaret ettigim tek kitap. 

Sonbahar'i sevenler klubundenseniz, cok gecikmeden sonbahari doya doya hissetmeniz umuduyla...






28 Temmuz 2016 Perşembe

Gundem ve ben...

Tamam, cok iyi, ne diyeyim tam bir sene olmus yazmayali... Boyle seneden bir -iki defa yazmakla gunluk tutulur mu bilemiyorum ama ben yaptim oldu diyecegim, neden olmasin...
***
Hayat cok garip, bugun dusundum de liseden mezun olali 20 sene olmus resmen: 1996-2016. Bu matematigi yaparsaniz 40a da merdiven dayadigim, ve hatta cok yaklastigim pek de gizli kalmiyor.

Turkiye'de yasanan gundemin bulanikligi mi, yoksa benim kendi yas sendromum mu bilmiyorum ama bu aralar bitmeyen bir ic sikintisi hakim bende. Turkiye buradan cok uzak gorunse de orada buyumus biri olarak gundemden uzak kalmak cok kolay olmuyor. Hos, es, dost, akraba acisindan zaten pek de buyuk bir aileden gelmedigim icin, pek de bagim kalmis sayilmaz Turkiye ile ama yine de insan umursamadan edemiyor, her ne kadar kendime yuzlerce kez ilgilenmeyecegim Turkiye'de ne olduguyla dediysem de duramiyorum bu sozumde. Ama Turkiye'nin gundemine baktikca Mevlana'ya atfedilen "Günün Adamı Olmaya Çalışma, Hakikatın Adamı Olmaya Çalış. Çünkü Gün Değişir, Hakikat Değişmez.." sozunun ne kadar hakli oldugunu dusunmeden de edemiyorum...
Bugun bu yari depresif hislerim hakkimda liseden bir arkadasimla konustum Whatsapp'den... Iyi geldi, bazi arkadasliklarin ustunden yillarin tozu gecse de devam ettigini gormek guzel... 
***
Turkiye'yi bir kenera birakirsak burada yasam cocuklarla olagan hizinda devam ediyor. Turkiye gundemine baktikca "olagan"ligin ne buyuk bir nimet oldugunu takdir ediyor insan.

Olagan gunlerimizden daha siklikla yazmak uzere simdilik hoscakalin...