Pages

2 Aralık 2013 Pazartesi

Yaş otuzbeş!!!

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.... CST 
 
Bu dizelerle uyandım bugün güne. Yolun yarısında mıyım bilemem ancak bir ağız dolusu 
söylenişi olan "otuzbeş" yaşındayım bugün.
Karmaşık duyguların yanısıra, özellikle de Cahit Sıtkı'nın şiirinin tamamını okuduktan sonra 
depresyonik duygular duymamak mümkün değil, ancak  bir huzur da var içimde -yıllanmanın 
getirdiği bir huzur olsa gerek bu :)-. 
Otuzbeş yaşı devirdim de ne var elimde diye düşündüğümde herşey bir yana cevapların
en güzeli bana kahvaltı hediye etmeyi düşünen bir büyük, barbi bebek hediye etmeği 
düşünen bir ortancam, gülerek yüzüme bakan bir melek bebeğim var en önemlisi. 
 
Şükür etmeği bilmek, devirdiğim yıllar için, acısıyla tatlısıyla çok şükür demek lazım. 
Bu doğumgünü bir şükür vesilesi olsun benim için.
 
 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Beklemedeyiz

Ne yazacağınp bilmeyen ama yazmak da isteyen bir durumdaki insan nasılsa ben de o durumdayım şu anda. Ahh oysa ne çok şey birikti ben kabuğuma çekildiğimden beri. En basiti Türkçe klavye yükledim mesela bilgisayarıma. On küsür yıldır i ş ğ ü ö ç gibi harfleri kullanmamış biri olarak bir garip oldum doğrusuç Bilgisayarda yazı yazmayı yeni öğreniyor gibiyim. Virgüiün yerini kaybettim bu arada bulamıyorum virgülsüz yazıyorum yazılarımı bir solukta okunsun diye :).

En büyüğü - ya da büyüklerinden biri demeliyim çünkü pek bir büyük değişiklik olacak yakın zamanda hayatımızda- de yeni bir bebiş katılacak olması hayatımıza. Teklifsizce hayatımıza giren bir bebek...

Yine blog şablonunu değiştirdim. Şablonun adı 'yorgun kız'mış. Bugünlerdeki ben gibi yorgun. En çok da bebeği beklemekten yorgun. Sadece ben değil aslında hepimiz yorulduk bu beklemekten. 40. haftadayız. Hem hamileliğin uzunluğunun, hem bebişin heyecanının, hem de yaşantımızdaki değişikliklere bir an önce başlayabilmeyi beklemenin yorgunluğu sindi üstümüzde. Günlerimiz sanki beklemekten başka birşey yapmıyoruz gibi geçiyor. Bunalımlı bir yaz anlayacağınız.

Bunda burada yanlız olmanın etkisi de var elbette. Yalnız olmasak belki daha çabuk ve neşeli geçebilir, kimbilir... Yaşamadım bilemem ki deyip noktalıyorum.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Keyifsiz yazi

Bu aralar pek keyfim yok. Icim buruk, gonlum sikkin... Yaptigim cogu seyden zevk almiyor, kendimi kucuk mutluluklar olusturmaya zorluyorum, ki takdir ederseniz bu ruh haliyle pek de kolay olmuyor. Isimden ve ogrencilerden bunalip kendimi cok sevdigim okumaya versem okudugum birakin birkac sayfayi birkac satiri gecmiyor. Elime aldigim hicbirsey bana zevk vermiyor. Sebebi, kis, ve kisin getirdigi rutin olmali. Boyle zamanlarda hani su intihar istatistikleri yuksek olan kuzey ulkeleri geliyor aklima. Orada ruhen ve aklen saglikli kalmak daha bir zordur diye dusunmeden edemiyorum.
Bir bosluk icinde yasiyorum sanki, gunluk rutinler de bu boslugu dolduramiyor. Belki vucudumun ve zihnimin boylesi bir bosluga ihtiyaci vardir diye dusunerek kendimi avutsam da biliyorum cok icimde bu yalana bir gulucuk atiyorum.
***
Dort yeni e-kitap aldim. Hani belki icimdeki boslugu doldurur diye. Kitaplardan biri Zulfu Livaneli'nin Serenad'i (kitabin ic kapaginda Omer Zulfu Livaneli yaziyordu, Livaneli'nin Omer onismini hic duymamistim, yabanci geldi). Inanmazsiniz belki ama Livaneli'nin okudugum, okuyabilirsem elbette, ilk kitabi olacak bu. Nedeni de basit aslinda, "muzisyenden de yazar mi olurmus!" onyargisi... Livaneli'yi hep elinde sazi "hey ozgurluk.." diye soylerken hatirlarim ben oysa ki...
****


Yazmasaydim, cildiracaktim demis ya Sait Faik, ben de oyle iste, oylesine...

15 Şubat 2013 Cuma

"Aga" koyunden gelen kucuk kiz...

Yine kasvetli bir ruh hali ile uyandigim bugun okudum Ayse'nin yazisini... Adem'in hikayesi beni de cocuklugumda yasadigim benzer bir anima goturdu.
Arada-sirada gorustugumuz anne ve babamin "daire" arkadaslarinin evine gitmistik o cumartesi aksami. Benim icin herhangi bir gece gezmesinden tek farki, evin sahibesinin dogulu bir "aga kizi" oldugunu duymus olmamdi. "Aga" kelimesi televizyondaki Turk filmleri kadar yakin bana. Sonra da okuyacagim Yilmaz Guney, ya da Yasar Kemal kitaplarindan taniyacagim "aga"yi.
O zamanlar ilkokul dort ya da besinci sinifta olmaliyim, belki de uc...  Zira daha kucuklugume dair anilarim cok degil, olsa da boluk porcuk, zaman kavramindan uzak..
Evlerine gittigimizde "aga kizi" oldugunu duydugum teyzeye hep urkek yaklasiyorum, "aga"ligin cagristirdigi negatifligin bir uzantisi olsa gerek... O aksam bizden baska birkac aile daha var, ancak tek cocuk ben, ve evin benden kucuk iki oglu...
Ve bir de "o". O diyorum, cunku simdi adini bile hatirlamadigim kucuk bir kiz cocugu o. Kucuk, belki benim yaslarimda, belki bir ya da iki yas daha buyuk. Yuzunu hatirlamiyorum pek, ama gulumseyisini ve iceridekilere cay, kahve, ikram tasiyan kucucuk ellerini...
O, ev sahibesine yardim etsin diye "dogu"dan, "aga"nin koylerinden birinden gonderilmis kucuk kizcocugu. O aksam pire gibi calisiyor, iceridekiler cay tasiyor, bize kurabiye getiriyor, boslari topluyor, yenilerini dolduruyor, cay fasli bitiyor, meyve fasli basliyor, "o" hic oturmuyor, calisiyor... Arada bizim oturdugumuz/oynadigimiz odaya geliyor, bana gulumsuyor, "gel, birlikte oynayalim" diyorum, geliyor... Geliyor ama kisacik bir sure sonra iceriden cagirildigi icin belki, belki de gitmesi gerektigini dusundugu icin, kucuk ellerine dusen sorumluluklar bekledigi icin belki gidiyor... Ben, onu izliyorum, benim yasimda, benimle oynamasi gerekir diye dusunuyor. O da sanki bunu okumus gibi yuzumden, arada benim oldugum odaya ugramayi hic ihmal etmiyor, ugruyor, gulumsuyor, iki dakikalik bile olsa oynamaya calisiyor benimle... sonra yine gidiyor.
Benimle oynarken elleri dikkatimi cekiyor en cok, kucuk, catlak elleri... O gece gezmesi, "o"nu izlerken cok uzun geciyor benim icin.
Gitme vakti geldiginde, yine kucuk elleriyle herkese paltosunu veriyor. Sonra benim yanima geliyor, bana paltomu vermekle kalmiyor, giydirmeye calisiyor, kucuk bir "abla" gibi... Sonra bana "yine gel" diyor, "yine gel olur mu? oynariz yine birlikte, yine gel..."
Ve kucuk, catlak ellerini salliyor arkamizdan...

****
O'nu ilk ve son gorusumdu sanirim. O kisi "aga"nin kizinin evinde gecirmis, sonra da evine-koyune -bir evi varmiydi bilmiyorum ama- geri gitmisti... Ama benim aklimda gulumseyisini, ve kucuk catlak ellerini birakarak...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Blogunuzu kitap haline getirmek ister misiniz?

Benim uzun zamandir aklimdaydi bu fikir. Blogumun "kitap" degeri tasidigindan degil, bir ani olarak saklamak istedigimden. Hani bir gun gercekten su dizide oldugu gibi, sabah kalktiginizda hicbir elektronik-teknolojik aletin calismadigini gorseniz.... O hesap, o zaman yazdiginiz blogunuza, anilariniza ne olacak?
Henuz kesfedemedim ama zannediyorum blog yazilarinizi bilgisayariniza indirebiliyorsunuz. Ancak isterseniz blogunuzu bastirip kitap haline getirebilirsiniz, onu da bu sabah tesaduf eseri buldum. Iste buradan!

11 Şubat 2013 Pazartesi

Soguklarla bogusmak...

Soguklarla bogusmak...
Hayatinin buyuk bir kismini iliman bir iklimde geciren bir kisi icin pek kolay degil elbette... Hatta Boston'a tasinmadan onceki hayatimiz da Texas gibi kislari dahi bahar havasinda gecen bir memlekette gectigi icin Boston kislarina alismak pek kolay olmadi. Hos, son iki yildir Boston da bize cok kotu davranmadi... bu yila dek!
Bu yil buradan da pekcok kez sizlandigim, pardon bahsettigim :), kadariyla bu yil soguklarla bogusuyoruz. Gunduz -15'leri gordugumuz kuru soguk bir yana, gecen cuma yagan ve 70-90 cm arasini bulan kar bu kisa "kis" dedirtti gercekten de!
Yasadigimiz yerin merkezinden cekilen bu fotograf durumu cok iyi ozetliyor.  Evimizin onune ve tum sokaklara bu kar tunelleri hakim. Bu kar ve buz tunelleri arasindan yuruyorsunuz, eger yuruyebilirseniz...


Elbette bu durum her zaman oldugu gibi cocuklara yariyor en cok. Cuma gunu tatil edilen okullar, hala temizlen(e)meyen kar sebebiyle pazartesi de tatil edildi. Uzun bir sure tamamiyle temizlenemeyecegi de malum. Hani biz havalar isinsin da bahcemizle ugrasalim, birseyler ekelim derken bahcenin ustu simdi en az 50cm karla kapli. Arabamiza bu buz tunelleri arasindan ulasiyoruz. Eger havalar soguk gitmege devam ederse bir muhtemelen tum subat hatta Mart ayini da bu karlarla birlikte gecirecegiz.

Bu hafta sonunun tek getirisi bize cok da uzak oturmayan Turk komsularimizla tanismak oldu. Isin ilginc yani komsularimizla hemsehri cikmamiz oldu. Hersey goreceli, komsularimiz Wisconsin'den tasinmislar buraya, Wisconsin kisinin normaliymis bizim bu Boston'da yasadigimiz "anormal" kis.
Bu arada duydum ki en son 1997'de 30 Martta olmus bu siddette kar yagisi, 1 Nisan'da bu kadar cok kar'a uyandiklari icin Bostonlular buna Nisan bir sakasi kari adi vermisler, ne saka ama!

6 Şubat 2013 Çarşamba

Biraz hafif takilalim...

Bugun gordugum su resmi paylasmadan gunu bitirmek istemedim.
Dogrusu ozellikle benimki gibi daha cok bilgisayarda vaktini geciren meslekler icin cok guzel bir fikir.
Pedallarla urettiginiz enerjiyle bilgisayarinizin pilini sarj edebiliyorsunuz. Bu masanin pekcok yerde kullanilabilecegini dusunebiliyorum, ya siz?


4 Şubat 2013 Pazartesi

Donmek, ama nereye? -Bolum 2

Donmek buyudugunuz cocuklugunuzun, gencliginizin ulkesine mi?
Gideceginiz yer, sizin biraktiginizi sandiginiz yer mi?

Turkiye'den ABD'de yasamak uzere ayrildigimda 23 yasindaydim. 2002 Eylul ayiydi Istanbul'dan ayrildigimda. Turkiye elbette 2002'nin Turkiye'si degil artik, eger bir gelisimden  ilerlemeden soz edeceksek 2002'nin Turkiye'si olmamali da. Normali bu. Bu isin bir yuzu. Bir diger yuzu ise sizin yirmili yaslarin ilk baslarindaki duygu, dusunce, olaylara bakis acinizla -hatta olay dediginiz seylerin tanimiyla- simdiki bakis aciniz gerek yas itibariyle gerekse yasadiklarinizin size kattiklariyla, ve hatta su anda bulundugunuz konumla -annelik gibi- cok farkli olmasi.

Farkli, zannediyorum ki insanlar farkli...

Tatil icin Turkiye'ye gittigimiz zamanlarda karsilastigim insan portresi urkutuyor beni -elbette biliyorum ki genel boyle degildir, ve yine "istisnalar kaideyi bozmaz"- . Havaalanina iner inmez neredeyse farkettiginiz seylerden biri insanlarin, tabirimi affedin, suratsizligi! Ozlemle geldiginiz ulkeniz sizi asik yuzlu, gulumsemeyen insanlarla karsiliyor. Bavulunu alirken adam size, ya da cocugunuza carpiyor, bir "afedersiniz"i esirgiyor. Gumruk gorevlisi bavulunuzdaki 3 kutu cay icin size kacakci muamelesi yapabiliyor.

Insanlar her an sinirli, her an patlamaya hazir bir bomba gibi. Park yerinde adam arkasina bakmadan geri vitese takip hizlica park yerinden cikarken arkasinda cocugunu arabanin tehlikesinden kaciracagim diye soke olmus bir kadina, yani bana, cami acip elinde sigarayla bagirabiliyor. -Sigara demisken o da bir baska  patalojik konu-. Bu arada biz arabamizi karsi siraya yeni parketmisiz arabamizdan inmis, daha bir adim atmamisiz bile. Yani adam ne kadar hizli geri cikmis, anlayin artik.

Ya da gittigim bir konusmada, konusmayi on siradan izleyecegim diye koridora uc-bes sandalye koyup butun ailesini yuzsuzce oturtup koridoru tikayan adama  hadi baskalarina yaptigi saygisizligi gectim, koridoru tikadigi icin bir tehlike aninda cikisi kapattigi icin yaptiginin dogru olmadigini soyleyip ikaz edince aldigim cevap -kesinlikle hicbir seyini degistirmeden yaziyorum- "Sen benim kim oldugumu biliyor musun?!" Tanimadigim bir insanin bana "sen"li baslayan bir cumle ile cevap vermesi bir kenara, ben kalakaliyorum oylece aldigim cevap karsinda. Zaten hazircevap bir insan degilimdir, hicbir zaman olamadim da ancak nasil bir cevap verilir ki  buna? Sen de benim gibi bir fani'sin diyecek oluyorum  henuz kelimeler dilime gelmeden adam kim oldugunu soyluyor "ben bilmem ne partisinin il baskaniyim" diyor ! Su anda Turkiye'deki hicbir partiden haz etmedigim, kendime hicbirini yakin bulmadigim icin ve hatta Turkiye'deki politikanin halini icler acisi buldugum icin soylediklerinin bende hicbir tepki olusturmadigini gorunce adam ille de sinirleniyor, adam "ben, ben... " diye devam ederken ben bir gorevli bulabilir miyim diye cevreme bakiniyorum.
Guler misiniz, aglar misiniz bir durum iste... Isin acikli tarafi "sen benim kim oldugumu biliyor musun?" cevabini aldigim ilk olay olmuyor bu. Anliyorum ki Turkiye'de herkes "birsey" (!)

Isin insan yonunun orneklerinden beni en cok rahatsiz edeni ise burada hic yasamadigim insan ayirma ve "sucu, bucu" kavrami... Gordum ki insanlar karsisindakilere insan olduklari icin degil, bulunduklari statu ve sucu-bucu olup olmadiklarina gore deger veriyorlar.

Yani diyecegim odur ki aman Turkiye'de sadece begendiginiz, istediginiz, o an merak ettiginiz, ve hatta sagliginiz icin gerektirdigi icin birseyler yapmayin, hemen yaftayi yiyebilir, ona gore muamele gorebilirsiniz. Ve isin en uzucu yani ise sucu-bucu arasindaki cizgiler o kadar kati ve sert ki aman ha safhinizi iyi belirleyin... Durum "ya dısındasındır çemberin  ya da icinde yer alacaksı" hali... siyah ve beyaz, icinde grilerin ve baska renklerin yer almadigi, yer almasina izin vermedikleri bir toplum.

Aslina bakarsaniz ben bu toplumu, ruh halini bir nebze anlayabiliyorum -aydan gelmiyorum sonucta 23 yilim orada gecmis- ancak dusunuyorum da burada her fikre deger vermeyi, cok kulturlulugu, cok dinliligi, cok dilliligi, her insanin kendine gore "ozel" oldugunu ogrenerek buyuyen -gercekten de okullarda verdikleri egitim bu yonde, benim su ana dek gordugum bu- cocuklarima bu durumu nasil anlatacagim ben?

Olayin insan boyutunda gorduklerimden birkac dusunduru nokta bunlar....

Dogrusu ne zaman konu Turkiye'ye donmege gelse dusunuyoruz. Cocuklarin egitimi icin dusunuyoruz. Burada okul sistemi iyi olan bir semtte oturdugumuz icin Selim ozel okula gitmedigi halde cok iyi bir egitim aliyor. Sinifinda 23 ogrenci ve 1'i stajyer olmak uzere 3 ogretmen var. Pazartesi gunu birkac konu iceren bir odevi oluyor, cuma gunune teslim edilmek uzere. Okulun kendi kutuphanesi, sosyal ve sportif aktivite alanlari mevcut ve bunlarin hicbiri "luks" degil. Oysa ki benzer bir egitimin, malesef devlet okullarinda degil, Turkiye'deki yillik masrafi bir cocuk icin ortalama 20 bin lira! Bu sadece okul icin giden, okul disindaki sosyal ve spor aktiviteleri ise cogu aile icin "luks" oluyor.

Hadi masrafi gectim deseniz, sistem sorunu var. Benim su anda Turkiye'deki egitim sistemi hakkinda en kucuk bir fikrim dahi yok. Sistem o kadar cok degismis ki, ve halen de degismekte ki... Iyi mi kotu mu o bile belli degil. Tum aileler sistem degisikliginden yakiniyor. Dogal olarak da insan bu sisteme cocuklarini nasil teslim edeceginden korkuyor.

Sonra Turkiye'deki tuketim hastaligi da beni dusunduruyor. Amerika tuketim toplumu derler, Turkiye bu konuda cok daha ileride(!). Gordugum insanlarda bir alma aliskanligi almis basini gidiyor. Herkes devamli alis-veris merkezlerinde. Devamli bir kiyafet-ayakkabi-canta-telefon alma hastaligi.
Her gittigimde -her yaz, ya  da iki yazda bir- gozlemledigim birsey var ki bana cok garip geliyor. O da araba, ev esyasi gibi buyuk esyalarin da sikca degistirilmesi. Bir yerde gordugum salon takimi ertesi yil ya tamamiyle yenilenmis, ya da buyuk bir degisiklige ugramis goruyorum. Elektrikli esyalar da oyle. Burada ornegin ikinci el kullanimi cok yaygin ve insan birsey bozulmadikca birseyi degistirmiyorlar. Ornegin on yil once Turkiye'de yaygin olarak kullanilan set ustu cam ocaklar, firinlar burada hala yok denecek kadar az. Acikcasi elestirmiyorum, ama ayni zamanda anlamiyorum da, hele hele cogu insanin bir yandan gecim sikintisindan bahsederken bir yandan bu tip -bence gereksiz- harcamalar icinde olmasi bana mantikli gelmiyor.

Amma velakin onca endisem varken Turkiye'nin cekici yanlari da az degil. Bu da baska bir yaziya olsun, hani "arkasi yarin" gibi :)


(Istanbul'un en sevdigim hali, universitemden gorunen hali...)




1 Şubat 2013 Cuma

Hissiyat -Bolum 1

Bu yaziyi yazmak cok zor...
Zor, cunku kendine itiraf etmek zor. Itiraf ettikten sonra bu itiraf insani birakmaz cunku. Uyuttugunuz duygular dusunceler birer birer cikiverir gunyuzune ve baslar bir bir, gun, gun sizi kurcalamaya, rahatsiz etmege...
Uyuttuklarimizi ise yine bir sarki, bir resim, ve belki de bir ruya cikartir ortaya.
Iste benimkini de bir turku cikardi ortaya bugun. Rahmetli anneannemin cok sevdigi, soyledigi birlikte soyledigimiz, hatta su anda soyleyisi kulaklarimda, bir Ege turkusu olan Ormanci turkusu...
Turkuyu duymamla gozyaslarimin bosalmasi bir oldu.
Gozyaslarimin asil adi ozlem aslinda...
***
Amerika'da yasamanin esi ozlem, esi yalnizlik...
Yalnizlik, esten, dosttan, akrabadan uzaklik. Siz buradayken insanlar evlenir, bosanir, dogarlar, olurler... Onceleri siz uzaktan bakar, birkac telefonla eslik edersiniz, sonralari o da kalmaz, cunku zaten duydugunuzda ustunden iki-uc hafta gecmistir.
Ayni sekilde sizin de hayatinizda degisiklikler olur, bunu kimse bilmez, kendi kendinize, ya yalniz ya da cekirdek ailenizle yasarsiniz. Mutlulugunuz, huznunuz, basariniz, basarisizliginiz hep bu kucuk ailenizle, bazen de cevrenizdeki sizin gibi yalniz arkadas grubunuzla yasarsiniz. Ya da yasadiginizi sanirsiniz...

Yalnizsiniz ayni dili konussaniz da ortak bir gecmisten gelmemenin verdigi kopuklukla bir turlu oturtamadiginiz aradaki yabancilasmayi bir turlu kiramadiginiz insanlarin arasinda yalnizliginizi bir anda hissedersiniz.

Bir sarki duydugunuzda duydugunuz huznu paylasamayan, ve burada yasadikca hicbir zaman  paylasamayacak, anlayamayacak olan cocugunuza baktiginizda hissedersiniz bu yalnizligi.

Bir koku sizi kucukluk anilariniza goturdugunde anlarsiniz yalnizliginizi...

Bir esin dostun kapisini calmak istediginizde, ve kapisini calacak bir insan olmadigini  anladiginizda yine farkedersiniz yalnizliginizi.

Velhasil aslinda o yalnizlik o kadar cok yanibasinizdadir ki, bir turlu terketmez sizi... Siz duymamaya, gormemeye calissaniz da kucuk bir anda, ve hatta bazen bir mutluluk aninda beliriverir oradan buradan.

Bu yalnizlik nasil gider diye dusununce Turkiye'ye donmek geliyor insanin aklina ilk... Donmek, bir havaalani kadar yakin ama bir o kadar zor...

Donmenin zorluklarini ise baska bir yaziya birakiyorum. Simdi yalnizligimla basbasa olma vakti...




Uzun gunun ardindan




Dun, yani persembe gunu, uzun ve yogun bir gundu. Is, ev derken aksama da bir arkadasimizin ugrayacagini iletince Sebo, ben de hemen ne yapsam diye dusunmeye basladim. Yorgundum ama her zaman "ikram" islerinde ortaya cikan yardimcim, kucuk kardesinin de uyumasini firsat bilerek yardim elini uzatti.

Selim'le  birlikte iki denenmemis tarifi denedik. Kimilerinin tuzlu kek dedigi tarifi ispanakli muffin adi altinda bulup denedik, cok da guzel oldu. Ikinci tarifimiz ise misir unlu, findikli kek idi. Turkiye'den yeni gelen findiklarla guzel olacagini dusunup bunu da yaptik. O da kitir kitir ve lezzetli bir ikram oldu bize.

Selim'in agiz tadi tuzlulara daha yatkin oldugu icin hemen ispanakli muffinleri yemegi secti ve cok begendi. Ister ikram icin olsun, ister cocugunuzla bir haftasonu etkinligi icin bu tarifi denemenizi oneririm.
Iste bizim ispanakli muffinlerimizin icerigi:
3 yumurta
1 cay bardagi sut
1 cay bardagi siviyag (1/2 da olabilir)
1 paket kabartma tozu
1 cay kasigi kırmızı biber
1 kase ıspanak yapragi, dogranmis
1 su bardagi mozarella peyniri (yumusak kasar da olabilir)
1 kase beyaz peynir (ille de iki cesit peynir olmasina gerek yok bence, beyaz peynir koymak yerine sut olcusunu yogurtla degistirebilirsiniz)
3-4 yemek kasigi un
biraz tuz
Uzerini de susam ya da tercihen corek otuyla susleyebilirsiniz.

Afiyet olsun ve sizlere iyi haftasonlari!

28 Ocak 2013 Pazartesi

Bir pazartesi yazisi...

Haftasonu nasil geciyor anlayamiyorum. Bir bakiyorum pazartesi sabahi olmus, apar topar yataktan kalkar, bir yandan Selim'in beslenme cantasini, diger yandan ev ahalisine kahvaltiyi hazirlarken buluyorum kendimi. Bu arada Selim'in ve Kerem'in hazirlanma, ya da hazirlanamama, ya da hazirlanmak istememe seromonileriyle de ilgilenmek gerekiyor tabii. Cok sukur ki esim de bir yandan cocuklari hazirlama konusunda her daim cok yardimci. Yoksa bir saatte tum bunlarla ilgilenmek pek mumkun degil gibi...
Bu donem pazartesi gunleri dersim yok. Toplanti gibi bir zorunluluk da olmadigi takdirde pazartesileri okula gitmeme luksune sahibim. Hos okula gitmesem de ogluslar evden ciktiktan sonra kendi islerimle mesgul olma durumum var. Genelde bu vakti ertesi gunun dersine hazirlanarak ya da modundaysam arastirmalarima calisarak, ya da en keyiflisi olan bloglarda dolasarak geciriyorum.
Ancak bu pazartesi boyle bir luksum olmayacak zira odev okumam gerekiyor. Ogrenciler odev yapmayi sevmez, hocalar okumayi derken niye odev var gibi de bir geyige baglanabilir bu mesele :).  Bu arada buradaki lisans egitiminin TR'den en buyuk farki ogrencinin donem boyunca odevlerle mesgul halde olmasi. Oysa ben kendi lisans egitimimde son sene, ya da bolum dersleri disinda dogru duzgun odev yaptigimi hatirlamiyorum. Yani vizeden vizeye, finalden finale calisirdik bu da bence cok verimli bir sistem degil.
Derken bir pazartesi daha bitiyor.
Omrumizden eksilen kacinci pazartesi kimbilir... (Depresyonvari bir cumlesiz olmazsa olmazzzz'idir yazilarimin).
Pazartesi burada yeni baslamisken, sizlere mutlu bir pazartesi diliyorum!

25 Ocak 2013 Cuma

Kendini bilmek...

Sagolsun Ekmekcikiz hanimcigim soyledi de daha onceki sablonda yorumlarin calismadigini ogrendim. Bu vesile ile, aslinda artik tanimis oldugunuz kadar benim icin sablon degistirmege bir sebep de gerekmiyor, sablonu degistirdim. Artik yorumlarin calisiyor olmasi lazim. Hem de bu soguklarda biraz cicekli bocekli bir bahar havasi alalim, oyle degil mi?
*** *** ***
"...İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır..."
Yunus Emre'nin bu dizelerini tasavvufi acidan yorumlamak icin tasavvuf bilgim cok az. Bilgim okudugum, ve tassufla ilgilenenlere onerebilecegim su kitapla sinirli. O yuzden tasavvufi cagrisimlarina girmek benim harcim degil.
 
Ancak bu dizelerin verdigi dusturla gecen hafta ogrencilerime bir makale verdim okumalari icin, kendini bilmek, kendini tanimak hakkinda. Cunku hangi alanda olursaniz olun basarili olmak icin kendinizi tanimaniz, ve kendinizi yonetebilmeniz gerekiyor. Kendimiz tanimak, kendimiz hakkinda farkindalik sahibi olmak malesef cogu zaman es gectigimiz bir konu. Aslinda az cok hepimizin hangi alanlarda zayif oldugumuz konusunda ornegin bir bilgisi vardir. Ancak oturup dusundunuz mu hic hangi konularda gucluyum, hangi konularda iyiyim diye?

Makalede pek az insanin oturup guclu, ya da daha iyi oldugu diyelim, yanlari hakkinda farkindalik sahibi oldugu belirtilmis ki buna katiliyorum. Bir psikolog soyle ifade etmisti, diyelim ki bir reklamcisin, kendini nasil reklam edersin? Hic dusundunuz mu kendinizi nasil reklam edebilirsiniz diye? Tabii bu konuda ne kadar objektif olabilecegimiz de ayri bir konu. Objektif olamayacaginizi dusunuyorsaniz, sizi yakindan taniyan, durust, bir arkadasinizdan, esinizden, dostunuzdan da yardim alabilirsiniz guclu, iyi yanlarinizi tanimak konusunda.

Kimilerinizi duyar gibiyim bunun bize , belki Amerikalilar'in o cok sevdigi egomuzu sisirmek disinda ne gibi bir faydasi olacak dediginizi? Egoyu bir kenara birakin guclu, iyi yonlerinizi bilmek bu yonlerinize yogunlasarak bu yonlerinizi kullanarak gerek iste gerek ozel yasantinizda basarili, ve daha mutlu, olmaniza sebep olabilir. Cunku cogu zaman bilmeden, veya bilerek, kendimiz olmayan, kendimiz olmadigimiz, kendimiz gibi hissetmedigimiz o kadar cok yukumluluk altina girebiliyor ve sonunda eziliyoruz ki...

Kendimiz tanimak bir az olsun bu yukumluluklerden uzaklasip daha cok "kendiniz" olabildiginiz islere, iliskilere yonlenmenizi saglayabilir. Buna da tabii ki oncelikle kendinizi tanimakla baslayabilirsiniz.

Bu hafta sonunu kendinizi tanimaya ayirmaya ne dersiniz?

23 Ocak 2013 Çarşamba

Icimi isitan isler...

Soguk gunler yasiyoruz; soguk, buz gibi sabahlara uyaniyoruz... Boston'da neredeyse altinci yilimiz olacak bu yil. Kara alismistik, karli soguklara da. Ama bu seferki farkli, hani o kuru soguk dedikleri cinsten. Insanin iliklerine isleyen, yuzunu, gozlerinin icini yakan bir soguk bu! Bu sabah da -13 C dereceye uyandik. Muhtemelen gece daha soguktu ve muhtemelen bu gece daha da soguk olacak. Sabah kalktigimizda camlarda buzlar kristallesmis, doga soguk da olsa guzelliginden hicbirsey kaybetmemisti.

Bu soguklarda dusuncesi, bakmasi bile beni isitan birsey var ki, o da tig isleri. Sevgili Ayse'nin de dikkatimi cekmesiyle su siteye yogunlastim, hem cok guzel ornekler ve fikirler, hem de cok guzel fotograflar var. Ozellikle klasik bir model olan kare anneanne modeli dedikleri, renkli kare modelle baslamayi dusunuyorum. Buradan yun ve tig siparisimi verdim bile! Simdi yunumun ve tiglarimin gelmesini bekliyorum. Gelir gelmez de baslayacagim insallah.

Aslinda cok yakinimizda kucuk bir yun dukkani var, bir kere girip gezmistim icini. Yalniz her zaman acik olmadigi icin ha deyince gidemiyorum (bu tabiri cok severim bu arada, ha deyince :) ) Acik oldugu zamanlara denk geldigimde yanimda buraya pek girmek istemeyen bir koca ve ogluslar olunca bu dukkana ugramak tamamen hayal olmaya basladi. Iceride de yasli teyzeler oturmus, orgu orgu oruyorlar, orgu modelleri tartisiyorlar. Zamani durduran hos bir sahne...

 

Benimkiler de baslayinca koyacagim. Bir de o zamanin durdugu, kucuk dukkana girersem sayet birgun oradan da kareler paylasmak istiyorum. Dukkanin adi "Orgu oren Kedicik" bu arada :), the Knitting Kitten.

Tig isleri, orgu demisken bana tig islerini ogreten ve sevdiren anneanneme de bir rahmet dilemeden gecmeyeyim, Allah rahmet eylesin.

Sizlerin de elinizde guzel tig isleri modelleri varsa bana sumukluyeposta@gmail.com'a resim gonderebilirseniz sevinirim. Ne demisler, isteyenin bir yuzu kara :). Sizlere sicak gunler diliyorum!

21 Ocak 2013 Pazartesi

Radyo Gunleri

Bugun farkettim ki radyo dinlemeyeli ne kadar uzun zaman olmus... Aslinda radyo dinledigim zamanlar genelde arabayla sinirliydi. Artik okula arabayla gitmedigim icin arabada radyo dinleme durumum kalmadi. Cocuklarla olunca genelde sozsuz muzik tercih ediyoruz. Hal boyle olunca arabada radyo dinlemek gibi bir mevhum, hele de Turkce Radyo dinlemek gibi bir luksumuz kalmadi malesef...
Oysa radyo dinlemeyi cok severim ben! Ilk hatirladigim zamanlar ilkokul yillarim... Iki, ya da ucuncu sinifta olmaliyim, hatta bir bile olabilir. Oglenciyim, okul vaktini bekliyorum, radyoda "radyo tiyatrosu"... Cocuk saatinden ya hemen once ya da hemen sonra olmaliydi, cunku her ikisini de dinleyip , bitirip oyle giderdim okula. Radyo tiyatrolarinin guzelligi ve yeri cok ayriydi benim icin. Kucuk bir arastirmadan sonra eski radyo oyunlarinin bazilarini iceren bir blog buldum. Eger kucuk bir nostalji yapmak isterseniz dinlemege deger. Biraz daha buyudukce muzige merak sardim, TRT 3 - o zamanlar, simdi nasil bilmiyorum- klasik muzik icin bulunmaz bir kaynakti. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise yabanci pop calarlardi ki ben ozellikle ilkokuldan sonra ingilizce hazirlik ile basladigim okulda yabanci sarki dinlemenin ingilizcemi ilerletmede buyuk faydasini gormustum. Sonra gelsin ozel radyolar... TRT Fm bu donemlerde yayina baslamisti sanirim, ilk baslarda ozellikle Turkce Pop icin vazgecilmez adresti TRT Fm. Genelde ders calisirken klasik muzik esliginde calisirdim, ozellikle matematik ve sayisal dersleri muzik esliginde giderdi. Sozlu muzikler diger zamanlara kaliyordu zira her cesit parcaya eslik etmeyi cok severdim, hala da severim. Bu ozel zamanlarimda dinlediklerim disinda her sabah kahvaltimiza eslik ederdi mutfaktaki radyomuz. Saat basi calan "dit dit dit saat 7" gibi anonslar hala kulaklarimda. Sabah saatlerinde gunun haberleri eslik ederdi kahvaltimiza siklikla. Walkman -diye bir alet vardir, hatirlayanlar icin ;) - 'imde de radyo dinlerdim. Daha cok onu yazin plajda ceken Yunan radyolarini dinlemek icin kullandigimi hatirliyorum, eee bir de bisiklet ustunde giderken elbette. Universite yillarimda ise Istanbul'da Capital Radio damgasini vurdu radyo gunlerime. Gerci simdi ayni tadda mi bilemiyorum... Hayatim radyo ve muzikle bu kadar doluyken radyo dinlemeyi ozellikle ABD'ye geldikten sonra arabaya sinirladim malesef. Bunda Amerikan radyolarinin ayni tadi vermemesinin yani sira ozellikle evde sessizlikten daha cok hoslanan bir hayat arkadasimin da olmasinin etkisi var elbette. Herseye ragmen bu aralar radyolari yeniden kesfediyorum. Bunda cogu radyonun internetten telefonunuzdan da heryerde dinleyebileceginiz cesitli uygulamalarin olmasinin etkisi buyuk. Su siralar Joy Turk dinlemeyi seviyorum, ozellikle akustik parcalar hosuma gidiyor cok. Iste boyle benim radyo gunlerim :)

18 Ocak 2013 Cuma

El isi'm geldi :)))

Bugunlerde is bir yandan, ev bir yandan, cocuklar bir yandan derken garip ve cirkin bir yogunluk icindeyim. Bu yogunluga bir de Selim'in okul isleri, odevleri, Kerem'in inatcilik ve nazlari eklenince tadina doyulmaz (!) oluyor.
Bunlarin arasina yetmezmis gibi, Ins.tag.r@m'daki hatunlarin yaptiklari guzel isler sagolsun, simdi de el isleri eklemek istiyorum. Zamanim var mi? Pek yok... Yetenegim var mi? Yillar once vardi ama simdilerde supheliyim ama yine de birseyler yapmak istiyorum.
Yapmak istediklerim, baktiklarim arasinda once tig isleri var. Tig islerini ilkokul-ortaokul yillarinda anneannem, Allah rahmet eglesin, ogretti. Bos zamanlarimda yaptigi masa ortulerinin motiflerine yardim ederdim. Oyle zincir cektirmekle kalmaz bayagi bayagi motifler ogretirdi. Hatirliyorum da bir ara baya ustalasmistim bu motifleri yapmakta.
Ikinci olarak da nakis (capraz nakis) yapmak istiyorum. Nakisi kendi kendime ogret-mege calisiyorum. Eskiden birkac hafe (ustu baskili kumaslar, ipleri hazir, ustune nakis yapiliyor) yapmisligim var, ancak gelistirmek istiyorum :) Bu amacla bugun sabahtan beri elisi sitelerinde geziyorum, yaptiktan sonra bu resimdeki gibi birkac hafe almaya karar verdim.


En son 2008 yilinda, evet yilini da hatirliyorum :), birseyler yap-maya calismistim. Hatta su yazimda da paylasmistim. Selim de ne kadar kucukmus Boston'a ilk tasindigimiz yillarda... Simdi bakalim daha profesyonelce yapabilecek miyim? Hadi bakalim, oncelikle siparislerimiz verelim, degil mi? Bu arada Selim de aldigi bir hediye uzerine maketlere merak saldi bu aralar. Onun bu karton maket meraki beni cok eskilere, bilmem hatirlar misiniz Milliyet gazetesinin cuma gunleri (hatirladigim kadariyla) verdigi cesitli karton maketlere goturdu beni. Her cumayi bu maketler sayesinde dort gozle beklerdim :) -Hos simdi de dort gozle bekliyorum ama sebebi farkli- O maketleri cogu zaman babamla birlikte yapmak en buyuk zevklerim arasindaydi. Ikinci olarak da internette karton maket arastirmasi yapayim bakalim...Benim icin ayni zevki verecek olmasa da belki Selim icin yeni bir hobi olur :)

8 Ocak 2013 Salı

Dunun aktivitesi


Bu aralar hazir ekmek yiyemiyorum. Ille de evde yapilmisini ya da buralardaki adiyla bizim Turk ekmeklerine benzeyen Fransiz -ya da bazi yerlerde Italyan , belli ki bir uzlasma yok bu konuda :)))- adi verilen ekmekleri yiyebiliyorum.
Hal boyle olunca benim emektar ekmek makinasina buyuk is dusuyor. Genelde ayni tarifi denememe karsin her zaman, her nedense (!), farkli bir ekmek elde ediyorum. Genelde birbirinden farkli ama "yenebilir" ekmekler cikiyor karsimiza. Bazi arkadaslar ekmek hamurunu makinada yogurup, gerisini firinda pisiriyormus, ancak ben bunu hic denemedim.
Herneyse, dun Ekmekcikiz hanimcigimin kolay ekmegini denedim. Bir tarife bakar bakmaz yapip yapamayacagimi anliyorum. Ilk bakista "yaparim ben bunu" dedim, cunku maya vs olmayinca ayri bir guven geliyor bana :). Gercekten kolayca yapabileceginiz bir tarif, ancak benim hamurum zannediyorum biraz civik oldu, tadi bozulur diye korkarak da fazla un eklemedim icine, bu nedenle zannediyorum orijinal tariften daha az  ekmek cikti.
Gorunusleri cok cekici olmasa da tadi cok lezzetliydi. Cocuklar ekmek sicacikken icine peynir koyarak hemen yediler. Dun hemen hemen hic yemek isine girmemis olan ben de cocuklarimi kolay yoldan doyurmanin mutlulugunu yasadim, fena mi? ;)


5 Ocak 2013 Cumartesi

5 Ocak 2013

Bugun bizim icin ozel bir gun. Bugun "abi" oglumuz Selim'in, kendisine koydugu isimle "Mehmet Selim"in 7. dogumgunu. Bir annenin evladina duydugu sevgi, malumunuz, kelimelerle ifade etmesi zor birseydir. Oyle buyuk, guzel, ve yasanilasi bir sevgidir ki bu, hicbirseye degisilmez. O yuzden Selim'e olan sevgimi anlatmaya calismayacagim bile... Ancak bu dogumgunu yazisini belki onun bugunlere degin halleriyle bir "ani" yazisi haline getirebilirim...

***
Selim bu sene birinci sinifa basladi. Gecen sene Kindergarten'dan birinci sinifa gecmenin verdigi bir olgunlukla basladi doneme. Okulundan cogu zaman mutlu gorunuyor, okulunu seviyor ve gitmek istemedigi zaman olmuyor hic. Okumayi su siralar rahatlikla becermeye basladi, yazma konusunda daha yavas ilerliyorlar sinifca. Ogretmeni gecen veliler toplantisinda onun arkadaslarina karsi cok yardimsever oldugunu soyledi, ve bu benim ayrica hosuma gitti. Insallah hep boyle yardimsever bir insan olur. Yardimseverligini evde de hissettiriyor, ne zaman ondan birsey istesem, cogu zaman -eger bir oyunun ortasinda degilse- hemen istegimi yerine getiriyor.
Oyun demisken, hala oyun oynamayi cok seviyor. Legolari en sevdikleri arasinda. legolarin basinda saatler gecirebiliyor. Sanirim en sevdigi de her yaptigi seyi robot, uzay araci, vs. hemen getirip gosteriyor bana, ya da babasina.
Bazen birseye fazla taktigi olabiliyor. Gecenlerde okulda ruzgar, hava akimi anlatirken ogretmenleri kagit ucak yapmasini ogretmis, Selim de uzunca bir sure evde buldugu buyuk kucuk her kagit parcasini kagit ucaga cevirdi. Bu da yetmedi okulun kutuphanesinden kagit ucaklarla ilgili kitaplar alip kagit ucak modellerine yenilerini katti. Neyse ki tatil bitti de simdilik bu kagit ucak furyasindan kurtardik kendimizi...
Bugunlerde diger sevdigi oyuncak da Kerem'le birlikte oynadiklari beyblade'leri... Bilmeyenler icin beyblade bildigimiz topaclarin 21. yuzyil versiyonundan baska birsey degil. Malesef cizgifilm ve cesitli ticari eklerle birlikte topac topacliktan cikmis durumda. Beyblade ilgisini de gectigimiz yaz Turkiye tatilimizde edindi Selim. Yoksa biz burada pek bilmiyorduk bu furyayi...
Kardesiyle genelde guzel oynuyorlar, tabii bazen sac saca bas-basa girdikleri zamanlar da olmuyor degil. Ama birlikte oyun kurup, o oyunu durdurebiliyorlar. Ya da birlikte cesitli boya kalemleri, kagit, bant vs. ile projeler yaparak uzun vakit gecirebiliyorlar. Bu aralar bilgisayar ve iphone oyunlarini cok kisitli -belki haftada bir- , ve sinirli vakitte oynuyorlar. Malesef bu konuda cok dikkatli olmak zorunda hissediyorum kendimi.

Gecen sene basladigi futbola da severek devam ediyor. Kis mevsimi dolayisiyla tatilde olan futbolumuz bahara dogru tekrar baslayacak. Babasi sayesinde Selim de siki bir GS taraftari oldu, her ne kadar maclarini duzenli izleyemeseler de her turlu GS forma, tisort, top, en sevdikleri arasinda. Okuldakilere GS'i baya tanitti anlayacaginiz.

Bilimle ilgili her konuyu da cok seviyor Selim. Ozellikle deneylere takmis durumda. Hergun eve geldiginde deney yapmak istiyor. Ancak her deney icin arac gereclerimiz olmadigini anlatamiyorum bazen. Ve deney yapmak ekstra calisma gerektiriyor benim acimdan bu nedenle onun bu istegine yeteri kadar cevap verememek uzuyor beni.

Bugunlerde babasina karsi ayri bir sevgisi var, babasina kartlar yaziyor, babasini anlatiyor okuldaki resim ya da yazilarinda. Bazen icten ice kiskansam da, seviniyorum bu duruma. Okudugum kadariyla anladim ki baba-ogul iliskisi gercekten onemli bir bag.

Selim "mantik adami" olma yolunda ilerliyor. Kardesini ikna etmek icin konusmayi ve anlatmayi seciyor cogu zaman. Gecen gun mesela, sabah biz yatarken Selim ve Kerem odalarinda oynuyorlar. Kerem yapmamasi gereken birsey yapiyor, babasi Kerem'i uzaktan ikaz ediyor. Kerem yaptiginda israrli ve giderek sesini yukseltiyor. Bu arada araya Selim giriyor Kerem'le konusmasi soyle:
S: Kerem sen kac yasindasin?
K: Uc
S: Kerem, baba kac yasinda?
K: ???
S: 36!
K: ???
S: Sen 3 yasindasin, baban 36! Baba mi daha iyi bilecek, sen mi? Tabii ki baban! O yuzden onun sozunu dinlemelisin!

***
Velhasil, Selim buyuyor, iyi ki dogdun guzel oglum!
Gunlerimiz Selim ve Kerem'le yogun, bazer deli-dolu, ama hep sevgi dolu geciyor. Cocuklar gercekten bizim en degerli emanetlerimiz, her animizi o emanetleri hakkiyla ve sevgiyle buyutmek sorumlulugumuzu unutmadan gecirmeli... (Bu da kendime dipnot olsun).

Bu yaziyi da hemfikir oldugum bir siir ile bitireyim:

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Halil Cibran

3 Ocak 2013 Perşembe

Bir serzenis daha!!!

Daha siklikla yazma vaadinde bulundum ya, ayni zamanda blogun agzina yuzune de bir ceki duzen vereyim dedim ama ne mumkun??? Dogru duzgun bir blog sablonu -template- bulmak ne kadar zormus!!! Acikcasi icime sinen hicbirsey bulamadim! Eskiden iyiydi blogger basit sablonlarla fazla ugrasmiyorduk da. Simdi sablon bulmasi bir dert, buldugumda da degistirmesi ayri bir dert. Ornegin su ustte -ben goruyorum, siz de goruyor musunuz?- gordugum kahverengimsi blog basligi arkasini kaldiramadim bir turlu... Ne kadar ugrastiysam da olmadi! Html kodu da elleyemiyorum, bir yei degistirince mutlaka baska bir yerinde biz bozukluk cikiyor - su acik universitelerden bir programlama dersi mi alsam ne??? diye de dusunmuyor degilim hani!- Neyse, ne yapmali ne etmeli? Yar bana bir care medet????

2 Ocak 2013 Çarşamba

Neredeyse hic yazisiz gecen bir 2012'nin ardindan...

Neredeyse hic yazisiz gecen bir 2012'nin ardindan, 2013'un ikinci gununden merhaba blog sana! Biraz da yazamamis olmanin olusturdugu durumdan midir bilmem, sikintili basliyorum yeni yila... Saglik durumum, ruh halim, iliskilerim, birseyler yapmak isteyip, yap(a)mamam... hepsi gogsume gelip oturmus bir tas gibi uzuyor, sikiyor, bunaltiyor beni... Yok, aslinda bu sikintilari yazmak icin gelmedim ben buraya... 2012'de inatla yazmadigim eski dostuma -dusununca 2005'ten beri beraberiz biz onunla, cocuklarimdan bile eski...- vefa borcumu odemek icin geldim. Bu borcu karsilikli odeyecegiz belki birbirimize... aslinda, onun bana iyi gelecegi kesin de benim ona olan katkim ne kadar olur, onu bilemiyorum iste. Biraz da bu sorgulama hallerinden dolayi yazmadim 2012'de... ne katkim var ki blog dunyasina? dusuncesinden! Bilmem, belki de bir katkim olmasi da gerekmiyor, beni rahatlatmasi,ve birazcik bugunlaerin kaydi olmasi acisindan yeterli. Ha bir de yorum yapan dostlarin sicakligi... bir de onu ariyorum galiba... Son zamanlarda onu da kaybetmis hissetmis ve ne geregi var yazmanin diye dusunmustum.. Hadi bu da boyle bir yeniden baslangic olsun.... Soguk Boston'dan yeniden merhaba!