Pages

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Arka bahcede felsefe

Kendimi dogaya yakin hissettigim zamanlar mutlu oluyorum. Bu siralar bahceyle ugrasmak kadar verandada oturup kus seslerini dinlemek dahi huzur veriyor bana. Maryland ve cevresi, Virginia'yi da dahil edebiliriz yesilin sehir icinde dahi cok bol, cok koyu oldugu yerler.
Yesil'i ne cok ozlemistik Turkiye'deyken...
Sadece yesil degil, topraktaki cesit cesit kurtlar, bocekler; bahcede ugrasirken onunuze cikiveren bir kahverengi kurbaga, yada tuyle kapli bir kurtcuk neselendirmeye yetiyor insani.
Doga insana pekcok sey de ogretiyor:
Ektigimiz tohumlarin cikmasini beklerken sabretmeyi, Incecik, kucucuk dallarla hemen yakinindaki bir cubuga ya da bitkiye tutunurken, hayata tutunmayi, Minik ciceklerdeki guzelligin bir de bir meyveye ya da sebzeye donusecek olmasinin umudunu, Asmanin ustune tutunmus bir tirtilin kelebege donusmesi, degisimi Dogada da ne kadar can alici, parlak, sa'sali giyinmis bitki varsa o kadar zehirli oldugunu bilmek, belki de bizim icin, ruhumuz icin, kibir'in boburlenmenin de "zehirli" oldugunu... Bunlar simdi, su anda dusunebildiklerimin kucucuk bir kismi. Cocuklar gecenlerde "backyard science", yani "arkabahcede bilim" diye bir program izliyorlardi, benimki de o hesap "backyard philosphy" "arka bahcede felsefe" ya da "arka bahcede tefekkur" e donustu sanki. Not: Bu yaziyi birkac fotograf ile taclandirmak lazim gelirdi... Ne yapalim, baska sefere ;)

4 Ağustos 2015 Salı

Yerin iki metre altinda

Size bu baslik neyi animsatti bilemiyorum ama ben su yavas yaz gunlerinde izlemekte oldugumuz aslinda 2001 yapimi olan -o zamanlar izlememisim- "siz feet under" adli diziyi cevirmeye calistim.


Dizi bir "funeral home" sahibi aileyi anlatiyor, uzun olabilecek bir ozeti cok cok kisa kesmek gerekirse. Cenaze evleri diye cevirebilecegimiz bu yer benim eger yurtdisinda yasamasaydim belki de bilmeyecegim bir konu aslinda. Cenaze oldukten sonra bu evlere getiriliyor, ne tur bir toren yapilacagina gore hazirlaniyor -yakilacak mi acik tabutta olu gorulecek mi vs seklinde- ve daha sonra defin islemlerine kadar takip ediliyor. Boyle bir is yani.




Dizide pekcok yan konu olmasina karsin beni ceken ana tema'nin "olum" ve olumle aslinda ne kadar cok ic-ice oldugumuzu hatirlatmasi. Her bolum farkli bir insanin farkli bir olum sekliyle basliyor, besiginde aniden olen bebekten, silahla onayip kendini vuran cocuga, sporcu gencten, banyo yaparken elektrik carpmasiyla olen bir kadina kadar, her yastan, her cinsten insani her mekanda ve her an yakalayabiliyor olum. Tanidik degil mi? Aslinda biz her ne kadar gunluk hayatimizin mesgalesi arasinda unutsak, unutmak istesek de olum her an hep bizimle degil mi? Belki ben bu yaziyi yazarken, belki siz okurken olumun gelip size bulmasi bir ihtimal dahilinde.




Olumu ilginc kilan bilinmez olmasi, intihar etmezseniz eger, normal sartlar altinda kimse olumun kendisini ne zaman, nasil yakalayacagini bilmiyor. Tabii sonrasi da var isin, insani dusunduren, neye inandiginiza, ya da inanmak istediginize gore degisen.  Olumden sonra ne oluyor? Yok olup gidiyor muyuz? Bedenimiz yok olsa da bu yasayan, dusunen, hisseden ruhumuza ne oluyor? O da mi bitiyor yoksa yasamaya devam mi ediyor? Vb Vb sorulari kafanizda donduruyorsunuz bir yandan izlerken diziyi. Ya da ben donduruyorum, bilemiyorum...




Diger yandan izlerken dusundugum her ne kadar ailemiz, arkadaslarimiz, vs oldugunu dusunsek de cok yalniziz aslinda. Olumun gelip bizi buldugu o anda kimseyi yanimizda goturemiyoruz, olumle tek basimiza yuzlesmek zorundayiz, bu nedenle de bu "olum" kavramiyla ilk once kendimiz barisik olmamiz gerekiyor.




Kafka'nin o cok sevdigim sozu gelip buluyor beni "Olumun oldugu bu dunyada hicbirsey cok da ciddi degildir aslinda"... Ve iste bu nedenle birbirimizle olan iliskilerimizde ne kadar cok kirginliktan, darginliktan, incinmekten ve incitmekten uzak olabilirsek birbirimizi kaybettigimizde belki uzuntumuz ve pismanliklarimiz da o derece azalacak...