Pages

13 Eylül 2014 Cumartesi

Yaşamak, zor zanaat...

Akl-I Sümüklü devir aldığından beri daha iyiyim sanki. Ağlama nöbetlerim geçti sayılır. Bunda babamın burada oluşunun da çok büyük payı var elbette. Yanımızda olması yalnızlık hissimi geçici de olsa bastırıyor. 
Hoş bu his, herşeyi ve herkesi ardımda bırakıp melekler şehri'ne gittiğimde, hatta gitmek için yola çıktığımda yine benimle olacak ama belki de yolculuk, yapacağım sunum, yoğunluk derken fazla hissetmem belki de, ya da wishful thinking dediklerinden benimki, hissetmemeliyim...
Coelho'nun "adultery" sine başladım dün.  Coelho'yu İngilizce okumayı daha çok seviyorum. Romanın baş karakterinin hissettikleri benimkilerle öyle aynı ki, ilerlemeye korkuyorum sanki kitapta. Bazen duygularım beni korkutuyor... 
Akl-I Sümüklü nün devralması iyi oldu. Zira o kadar çok şey var ki yapmam gereken... Hele de iş konusunda... Şu ana kadar minimum Zorunluluklarımı yerine getiriyordum, ancak bu şekilde gitmesi çok zor işlerin, kendimi aşıp babam da buradayken hızlı bir çalışma temposuna  girmem lazım. Kim demiş hayat kolay diye, yaşamak zor zanaat vesselam!
Şimdi kitabıma kaldığım yerden devam ediyorum, işler için yarınım var dolu dolu... 

9 Eylül 2014 Salı

Manik-depresif

Merhaba! Ben sümüklüböcek'in aklı, tekrar devreye giriyorum. 
Kendisi fazlasıyla kalbine ve duygularına yenik düşüyor, bu nedenle üzülüyor, hastalanıyor vs. Kontrolü ele geçirme zamanı geldi de geçiyor bile!
Sümüklü! Titre ve kendine gel! :)))
İşin var, çoluğun var çocuğun var, paran var pulun var ne diye depresyon bilmemne ayakları atıyorsun? 
Yıllar önce, üniversite ikinci sınıfta annene sızlandığında, dertlendiğinde, aldığın cevabı düşün: şımarma! Hep bu şımarıklık, duygusal tek çocuk tripleri yüzünden bu yaşadıkların ve saçmalama! Evet kocanın dediği gibi "saçmalama!" 

Saçmalama lüksün, şımarma lüksün yok senin! Sen Çelikten yaratılmışsın çünkü! Anılar, duygular, hüzünler parçalayamaz seni! Onların sende yeri bile yokken bir tutturmuşsun hüzündür, üzüntüdür, yaşayamadıklarındır, sevgidir, şudur, budur....

Kendine gel, ben devralıyorum seni! İşlerin var yapman gereken, öğrencilerin var, araştırmaların var, başvuruların var, çocukların var ilgi bekleyen - tamam bazen ben de inanamıyorum sana ama hem de üç tane ilgi bekleyen çocuk var!-evin var, yine her daim senden pekçok şey bekleyen kocan var!

Sen yoksun Sümüklü! Tamam mı? Sen yoksun! Duygular yok! Hüzünler, istekler, özlemler, yaşanmamışlık zırvaları yok! Kalbin yok! 
Yok et onları! Sil, at, parçala, ez, ne yaparsan yap işte!

Aklın var, ben varım ve seni devralıyorum!

*******
Sümüklü'nün iç sesi: şimdilik seni dinliyor görünebilirim sevgili akıl, ama sana asla teslim olmayacağım, bunu da böyle bilesin! 


4 Eylül 2014 Perşembe

Aklıma gelmişken...

Mevlana'nın sözüydü zannedersem, ya da popüler kültürün araştırmadan Mevlana'ya atfettiklerinden belki, sözün özü  "gam, keder ve hüzün insanın gerçekleşemeyeceğini bildiği halde gerçekleşmesini istediği şeylerden kaynaklanır" diye birşeydi. 
Benim de öyle aslında... Hani "yapamayacaksın diye birşey yok" derler ya hepsi palavra, var elbette... Insanı sınırlandıran o kadar çok sorumluluk, zorunluluk var ki... Bunları yıkıp, atıp, bunlardan sıyrılıp asıl istediğine ulaşmak hiç de öyle "istersen yaparsın" gibi birşey değil işte... 
Sonunda gam, keder ve hüzün kalıyor işte...

Ben kendi halimle dertlenirken akıp giden hayat...

İçsel gel-gitler yaşarken ben, hayat devam ediyor. 
Selim ve Kerem buradaki okullarına, yaşamlarına çoktan uyum sağladılar bile. Küçük ve ilgili bir okula gidiyorlar. Taşınma sürecinde örneğin öğle yemeği hazırlayamamış, bu nedenle bisküvi terzi birşeyler tıkıştırmıştım çantalarına. Onları okula bıraktıktan sonra kendi okuluma gidip tam derse girecektim ki telefonum çaldı, çocukların Okulundan arıyorlardı ve öğle yemeği ile ilgili aradıklarını, Selim ve Kerem'in getirdikleri öğle yemeğinin -yani bisküvilerin- hiç uygun bir öğle yemeği olmadığını, çocukların o gün için okuldaki yemeklerden yiyeceğini ve bir daha bana böyle şeyler - yani bisküviler- göndermemem gerektiği konusunda bir nutuk çektiler. Acelem de olduğu için "ok" deyip kapattım ama bu telefon kendimi "kötü anne(!)" olarak hissetmem için yetti de arttı bile... Velhasıl bu kadar ilgili oldukları için sevinsem mi -Boston'da böyle okuldan yemek için telefonla hiç aranmamıştım çünkü-, "çocuklarının ne yadiğiyle ilgilenmeyen anne" tabirine mazhar olduğum için üzülsem mi bilemedim ve "good morning class" diyerek kendimi amfiye attım!
Hayat devam ediyor, "unutulmasın" listesine birşeyler eklemek için yazmaya başlamıştım ben aslında.. O da Selim'le Kerem'in okula bir Amerikan klasiği olan "school bus" yani okul otobüsüyle gitmeğe başlamaları oldu. Selim uzun zamandır istiyordu okul otobüsünü kullanmak, ancak Boston'dayken evimiz okula yürüme mesafesinde olduğu ve ben okula yürüyerek ya da bisikletle giden çocukların daha başarılı olduklarına dair bir araştırma okumuş olduğum için okul otobüsü fikrine pek sıcak bakmıyordum. Ancak burada zorunlu kaldığımız için okul otobüsü kullanmaya başladılar. Kerem de daha ilk seneden okul otobüsü olayıyla tanışmış oldu :) 
İşte ilk okul otobüsü kullanma günlerinde Selim ve Kerem:
Bu arada bu iş büyük rahatlıkmış, durağı da çok yakın olduğu için çocuklar kendileri evden çıkıp kendileri eve geliyorlar. Yani okul arabası yalnızca onlar için değil, bizim için de güzel oldu!

3 Eylül 2014 Çarşamba

Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde...

Kendime bilinçli bir yaklaşım yapınca Ruh sağlığı mı, fiziksel sağlık mı önceliklidir sorusunu cevaplayabiliyorum: ruh sağlığım önce geliyor. Ne zaman bunalmış, depresyonda hissetsem hemen birkaç gün içinde fiziksel de hasta oluyorum. Depresyona bağlı savunma sistemim de çöküyor ve grip vs gibi enfeksiyona yakalanıyorum. 
Yine depresyonda hissediyorum birkaç gündür yine ona boğaz ağrısıyla başlayan bir grip eşlik ediyor. Hani geldi mi hepsi bir arada gelir cinsinden. Bir de bunlara benim için bir klasik olan, uyandığımda beni hayatımı sorgulamaya yönlendiren, hep ama hep aynı kişiyi gördüğüm rüya da eklenince değmeyin keyfime! 
Keyif demişken böyle anlata bir de şarkı eşlik eder, benimki de "kimse bilmez", ben sözlerini yazayım, melodisi okuyandan olsun:

BULUT GEÇTİ
GÖZYAŞLARI KALDI ÇİMENDE
GÜL RENGİ ŞARAP
İÇİLMEZ Mİ BÖYLE GÜNDE
SEHER YELİ
ESER,YIRTAR ETEĞİNİ GÜLÜN
GÜLE BAKTIKÇA
ÇIRPINIR YÜREĞİ BÜLBÜLÜN

BU YILDIZLI GÖKLER
NE ZAMAN BAŞLADI DÖNMEYE?
KİMSE BİLMEZ,KİMSE BİLMEZ…



2 Eylül 2014 Salı

Bugünler de geçecek

Söz vermeyeceğim; yok, daha doğrusu yapamayacağım sözler vermeyeceğim ki blog yazmak bunlardan biri oldu. 
Sonradan, ah neydi o günler (!), diye gülerek anacağımızı ümit ettiğim günler yaşıyoruz. 
Boston'dan taşındık, Güneybatı Virginia 'da biryerlerde, hiç görmeden kiraladığımız evimize geçinceye dek, bir otel odasında ikamet etmekteyiz. Çocuklar bu odadan okula gidiyorlar, bu odada yemeklerini yiyip ödevlerini yapıyorlar. Bu odadan ilkokulun ilk basamağı olan Kindergarten'a başladı  Kerem, bu odada yeni yeni adım atma çabalarında olan bebiş oğluşun yürümesi muhtemelen bir-iki hafta daha geriledi. 
Bu odadan ben yeni başladığım işe , Seb de 220 km ötedeki yine yeni işine gidip geliyor. İşin ilginci bu bir senelik olduğunu bildiğimiz maceraya gönüllü çıktık biz, kimse zorlamadı... O yüzden şimdilik yorucu olsa da, memnuniyetsiz olabileceğimiz konular olsa da şikayet yok. Hele hele yaz günü cıvıldaşıp dondurma almaya koşacak çocukların cansıZ bedenleri dondurma dolaplarında yatarken şikayete hiç yüzüm yok. 
Hayat kar altında kalan bahar diyordu ya bir şarkıda, bugünlerde sıklıkla öyle hissediyorum ben de: Hayat kar altında kalan bahar...


Hüzün, terketmeyen sevdam benim...

Kafka, Milena'ya mektuplarda şöyle der: "Ama üzüntü demek: gece gündüz, uykuda olsun, uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demek. Çekilir şey değil bu."
Ben buradaki "üzüntü" kelimesini "hüzün"le değiştiriyorum, gerisi tamamen aynı. "Bu çekilir şey değil" demiş Kafka, ben çekiyorum, hatta çekmek demek yanlış olur, Hüznü hep bir ruh ikizim gibi benimsiyorum, "embrace" diye güzel bir kelime vardır İngilizce'de, -12 yıldır İngilizce konuşulan bir memlekette yaşayınca insan ne kadar doğru bulmasam da İngilizce de düşünmeye başlıyor- hüznü embrace ediyorum :)
Bir zamanlar yazmıştım buraya: 
"Hüzün, terketmeyen sevdam benim" diye, 
Hüzün, terketmeyen sevdam benim
Ruh ikizim, can yoldaşım
En mutlu olduğumu hissettiğim anlarımda omzuma elini koyup bana gülümseyen, varlığını bir an olsun bile unutturmayan gerçeğim. 
Hüzün, beni gerçekten seven tek aşkım!