Pages

27 Şubat 2013 Çarşamba

Keyifsiz yazi

Bu aralar pek keyfim yok. Icim buruk, gonlum sikkin... Yaptigim cogu seyden zevk almiyor, kendimi kucuk mutluluklar olusturmaya zorluyorum, ki takdir ederseniz bu ruh haliyle pek de kolay olmuyor. Isimden ve ogrencilerden bunalip kendimi cok sevdigim okumaya versem okudugum birakin birkac sayfayi birkac satiri gecmiyor. Elime aldigim hicbirsey bana zevk vermiyor. Sebebi, kis, ve kisin getirdigi rutin olmali. Boyle zamanlarda hani su intihar istatistikleri yuksek olan kuzey ulkeleri geliyor aklima. Orada ruhen ve aklen saglikli kalmak daha bir zordur diye dusunmeden edemiyorum.
Bir bosluk icinde yasiyorum sanki, gunluk rutinler de bu boslugu dolduramiyor. Belki vucudumun ve zihnimin boylesi bir bosluga ihtiyaci vardir diye dusunerek kendimi avutsam da biliyorum cok icimde bu yalana bir gulucuk atiyorum.
***
Dort yeni e-kitap aldim. Hani belki icimdeki boslugu doldurur diye. Kitaplardan biri Zulfu Livaneli'nin Serenad'i (kitabin ic kapaginda Omer Zulfu Livaneli yaziyordu, Livaneli'nin Omer onismini hic duymamistim, yabanci geldi). Inanmazsiniz belki ama Livaneli'nin okudugum, okuyabilirsem elbette, ilk kitabi olacak bu. Nedeni de basit aslinda, "muzisyenden de yazar mi olurmus!" onyargisi... Livaneli'yi hep elinde sazi "hey ozgurluk.." diye soylerken hatirlarim ben oysa ki...
****


Yazmasaydim, cildiracaktim demis ya Sait Faik, ben de oyle iste, oylesine...

15 Şubat 2013 Cuma

"Aga" koyunden gelen kucuk kiz...

Yine kasvetli bir ruh hali ile uyandigim bugun okudum Ayse'nin yazisini... Adem'in hikayesi beni de cocuklugumda yasadigim benzer bir anima goturdu.
Arada-sirada gorustugumuz anne ve babamin "daire" arkadaslarinin evine gitmistik o cumartesi aksami. Benim icin herhangi bir gece gezmesinden tek farki, evin sahibesinin dogulu bir "aga kizi" oldugunu duymus olmamdi. "Aga" kelimesi televizyondaki Turk filmleri kadar yakin bana. Sonra da okuyacagim Yilmaz Guney, ya da Yasar Kemal kitaplarindan taniyacagim "aga"yi.
O zamanlar ilkokul dort ya da besinci sinifta olmaliyim, belki de uc...  Zira daha kucuklugume dair anilarim cok degil, olsa da boluk porcuk, zaman kavramindan uzak..
Evlerine gittigimizde "aga kizi" oldugunu duydugum teyzeye hep urkek yaklasiyorum, "aga"ligin cagristirdigi negatifligin bir uzantisi olsa gerek... O aksam bizden baska birkac aile daha var, ancak tek cocuk ben, ve evin benden kucuk iki oglu...
Ve bir de "o". O diyorum, cunku simdi adini bile hatirlamadigim kucuk bir kiz cocugu o. Kucuk, belki benim yaslarimda, belki bir ya da iki yas daha buyuk. Yuzunu hatirlamiyorum pek, ama gulumseyisini ve iceridekilere cay, kahve, ikram tasiyan kucucuk ellerini...
O, ev sahibesine yardim etsin diye "dogu"dan, "aga"nin koylerinden birinden gonderilmis kucuk kizcocugu. O aksam pire gibi calisiyor, iceridekiler cay tasiyor, bize kurabiye getiriyor, boslari topluyor, yenilerini dolduruyor, cay fasli bitiyor, meyve fasli basliyor, "o" hic oturmuyor, calisiyor... Arada bizim oturdugumuz/oynadigimiz odaya geliyor, bana gulumsuyor, "gel, birlikte oynayalim" diyorum, geliyor... Geliyor ama kisacik bir sure sonra iceriden cagirildigi icin belki, belki de gitmesi gerektigini dusundugu icin, kucuk ellerine dusen sorumluluklar bekledigi icin belki gidiyor... Ben, onu izliyorum, benim yasimda, benimle oynamasi gerekir diye dusunuyor. O da sanki bunu okumus gibi yuzumden, arada benim oldugum odaya ugramayi hic ihmal etmiyor, ugruyor, gulumsuyor, iki dakikalik bile olsa oynamaya calisiyor benimle... sonra yine gidiyor.
Benimle oynarken elleri dikkatimi cekiyor en cok, kucuk, catlak elleri... O gece gezmesi, "o"nu izlerken cok uzun geciyor benim icin.
Gitme vakti geldiginde, yine kucuk elleriyle herkese paltosunu veriyor. Sonra benim yanima geliyor, bana paltomu vermekle kalmiyor, giydirmeye calisiyor, kucuk bir "abla" gibi... Sonra bana "yine gel" diyor, "yine gel olur mu? oynariz yine birlikte, yine gel..."
Ve kucuk, catlak ellerini salliyor arkamizdan...

****
O'nu ilk ve son gorusumdu sanirim. O kisi "aga"nin kizinin evinde gecirmis, sonra da evine-koyune -bir evi varmiydi bilmiyorum ama- geri gitmisti... Ama benim aklimda gulumseyisini, ve kucuk catlak ellerini birakarak...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Blogunuzu kitap haline getirmek ister misiniz?

Benim uzun zamandir aklimdaydi bu fikir. Blogumun "kitap" degeri tasidigindan degil, bir ani olarak saklamak istedigimden. Hani bir gun gercekten su dizide oldugu gibi, sabah kalktiginizda hicbir elektronik-teknolojik aletin calismadigini gorseniz.... O hesap, o zaman yazdiginiz blogunuza, anilariniza ne olacak?
Henuz kesfedemedim ama zannediyorum blog yazilarinizi bilgisayariniza indirebiliyorsunuz. Ancak isterseniz blogunuzu bastirip kitap haline getirebilirsiniz, onu da bu sabah tesaduf eseri buldum. Iste buradan!

11 Şubat 2013 Pazartesi

Soguklarla bogusmak...

Soguklarla bogusmak...
Hayatinin buyuk bir kismini iliman bir iklimde geciren bir kisi icin pek kolay degil elbette... Hatta Boston'a tasinmadan onceki hayatimiz da Texas gibi kislari dahi bahar havasinda gecen bir memlekette gectigi icin Boston kislarina alismak pek kolay olmadi. Hos, son iki yildir Boston da bize cok kotu davranmadi... bu yila dek!
Bu yil buradan da pekcok kez sizlandigim, pardon bahsettigim :), kadariyla bu yil soguklarla bogusuyoruz. Gunduz -15'leri gordugumuz kuru soguk bir yana, gecen cuma yagan ve 70-90 cm arasini bulan kar bu kisa "kis" dedirtti gercekten de!
Yasadigimiz yerin merkezinden cekilen bu fotograf durumu cok iyi ozetliyor.  Evimizin onune ve tum sokaklara bu kar tunelleri hakim. Bu kar ve buz tunelleri arasindan yuruyorsunuz, eger yuruyebilirseniz...


Elbette bu durum her zaman oldugu gibi cocuklara yariyor en cok. Cuma gunu tatil edilen okullar, hala temizlen(e)meyen kar sebebiyle pazartesi de tatil edildi. Uzun bir sure tamamiyle temizlenemeyecegi de malum. Hani biz havalar isinsin da bahcemizle ugrasalim, birseyler ekelim derken bahcenin ustu simdi en az 50cm karla kapli. Arabamiza bu buz tunelleri arasindan ulasiyoruz. Eger havalar soguk gitmege devam ederse bir muhtemelen tum subat hatta Mart ayini da bu karlarla birlikte gecirecegiz.

Bu hafta sonunun tek getirisi bize cok da uzak oturmayan Turk komsularimizla tanismak oldu. Isin ilginc yani komsularimizla hemsehri cikmamiz oldu. Hersey goreceli, komsularimiz Wisconsin'den tasinmislar buraya, Wisconsin kisinin normaliymis bizim bu Boston'da yasadigimiz "anormal" kis.
Bu arada duydum ki en son 1997'de 30 Martta olmus bu siddette kar yagisi, 1 Nisan'da bu kadar cok kar'a uyandiklari icin Bostonlular buna Nisan bir sakasi kari adi vermisler, ne saka ama!

6 Şubat 2013 Çarşamba

Biraz hafif takilalim...

Bugun gordugum su resmi paylasmadan gunu bitirmek istemedim.
Dogrusu ozellikle benimki gibi daha cok bilgisayarda vaktini geciren meslekler icin cok guzel bir fikir.
Pedallarla urettiginiz enerjiyle bilgisayarinizin pilini sarj edebiliyorsunuz. Bu masanin pekcok yerde kullanilabilecegini dusunebiliyorum, ya siz?


4 Şubat 2013 Pazartesi

Donmek, ama nereye? -Bolum 2

Donmek buyudugunuz cocuklugunuzun, gencliginizin ulkesine mi?
Gideceginiz yer, sizin biraktiginizi sandiginiz yer mi?

Turkiye'den ABD'de yasamak uzere ayrildigimda 23 yasindaydim. 2002 Eylul ayiydi Istanbul'dan ayrildigimda. Turkiye elbette 2002'nin Turkiye'si degil artik, eger bir gelisimden  ilerlemeden soz edeceksek 2002'nin Turkiye'si olmamali da. Normali bu. Bu isin bir yuzu. Bir diger yuzu ise sizin yirmili yaslarin ilk baslarindaki duygu, dusunce, olaylara bakis acinizla -hatta olay dediginiz seylerin tanimiyla- simdiki bakis aciniz gerek yas itibariyle gerekse yasadiklarinizin size kattiklariyla, ve hatta su anda bulundugunuz konumla -annelik gibi- cok farkli olmasi.

Farkli, zannediyorum ki insanlar farkli...

Tatil icin Turkiye'ye gittigimiz zamanlarda karsilastigim insan portresi urkutuyor beni -elbette biliyorum ki genel boyle degildir, ve yine "istisnalar kaideyi bozmaz"- . Havaalanina iner inmez neredeyse farkettiginiz seylerden biri insanlarin, tabirimi affedin, suratsizligi! Ozlemle geldiginiz ulkeniz sizi asik yuzlu, gulumsemeyen insanlarla karsiliyor. Bavulunu alirken adam size, ya da cocugunuza carpiyor, bir "afedersiniz"i esirgiyor. Gumruk gorevlisi bavulunuzdaki 3 kutu cay icin size kacakci muamelesi yapabiliyor.

Insanlar her an sinirli, her an patlamaya hazir bir bomba gibi. Park yerinde adam arkasina bakmadan geri vitese takip hizlica park yerinden cikarken arkasinda cocugunu arabanin tehlikesinden kaciracagim diye soke olmus bir kadina, yani bana, cami acip elinde sigarayla bagirabiliyor. -Sigara demisken o da bir baska  patalojik konu-. Bu arada biz arabamizi karsi siraya yeni parketmisiz arabamizdan inmis, daha bir adim atmamisiz bile. Yani adam ne kadar hizli geri cikmis, anlayin artik.

Ya da gittigim bir konusmada, konusmayi on siradan izleyecegim diye koridora uc-bes sandalye koyup butun ailesini yuzsuzce oturtup koridoru tikayan adama  hadi baskalarina yaptigi saygisizligi gectim, koridoru tikadigi icin bir tehlike aninda cikisi kapattigi icin yaptiginin dogru olmadigini soyleyip ikaz edince aldigim cevap -kesinlikle hicbir seyini degistirmeden yaziyorum- "Sen benim kim oldugumu biliyor musun?!" Tanimadigim bir insanin bana "sen"li baslayan bir cumle ile cevap vermesi bir kenara, ben kalakaliyorum oylece aldigim cevap karsinda. Zaten hazircevap bir insan degilimdir, hicbir zaman olamadim da ancak nasil bir cevap verilir ki  buna? Sen de benim gibi bir fani'sin diyecek oluyorum  henuz kelimeler dilime gelmeden adam kim oldugunu soyluyor "ben bilmem ne partisinin il baskaniyim" diyor ! Su anda Turkiye'deki hicbir partiden haz etmedigim, kendime hicbirini yakin bulmadigim icin ve hatta Turkiye'deki politikanin halini icler acisi buldugum icin soylediklerinin bende hicbir tepki olusturmadigini gorunce adam ille de sinirleniyor, adam "ben, ben... " diye devam ederken ben bir gorevli bulabilir miyim diye cevreme bakiniyorum.
Guler misiniz, aglar misiniz bir durum iste... Isin acikli tarafi "sen benim kim oldugumu biliyor musun?" cevabini aldigim ilk olay olmuyor bu. Anliyorum ki Turkiye'de herkes "birsey" (!)

Isin insan yonunun orneklerinden beni en cok rahatsiz edeni ise burada hic yasamadigim insan ayirma ve "sucu, bucu" kavrami... Gordum ki insanlar karsisindakilere insan olduklari icin degil, bulunduklari statu ve sucu-bucu olup olmadiklarina gore deger veriyorlar.

Yani diyecegim odur ki aman Turkiye'de sadece begendiginiz, istediginiz, o an merak ettiginiz, ve hatta sagliginiz icin gerektirdigi icin birseyler yapmayin, hemen yaftayi yiyebilir, ona gore muamele gorebilirsiniz. Ve isin en uzucu yani ise sucu-bucu arasindaki cizgiler o kadar kati ve sert ki aman ha safhinizi iyi belirleyin... Durum "ya dısındasındır çemberin  ya da icinde yer alacaksı" hali... siyah ve beyaz, icinde grilerin ve baska renklerin yer almadigi, yer almasina izin vermedikleri bir toplum.

Aslina bakarsaniz ben bu toplumu, ruh halini bir nebze anlayabiliyorum -aydan gelmiyorum sonucta 23 yilim orada gecmis- ancak dusunuyorum da burada her fikre deger vermeyi, cok kulturlulugu, cok dinliligi, cok dilliligi, her insanin kendine gore "ozel" oldugunu ogrenerek buyuyen -gercekten de okullarda verdikleri egitim bu yonde, benim su ana dek gordugum bu- cocuklarima bu durumu nasil anlatacagim ben?

Olayin insan boyutunda gorduklerimden birkac dusunduru nokta bunlar....

Dogrusu ne zaman konu Turkiye'ye donmege gelse dusunuyoruz. Cocuklarin egitimi icin dusunuyoruz. Burada okul sistemi iyi olan bir semtte oturdugumuz icin Selim ozel okula gitmedigi halde cok iyi bir egitim aliyor. Sinifinda 23 ogrenci ve 1'i stajyer olmak uzere 3 ogretmen var. Pazartesi gunu birkac konu iceren bir odevi oluyor, cuma gunune teslim edilmek uzere. Okulun kendi kutuphanesi, sosyal ve sportif aktivite alanlari mevcut ve bunlarin hicbiri "luks" degil. Oysa ki benzer bir egitimin, malesef devlet okullarinda degil, Turkiye'deki yillik masrafi bir cocuk icin ortalama 20 bin lira! Bu sadece okul icin giden, okul disindaki sosyal ve spor aktiviteleri ise cogu aile icin "luks" oluyor.

Hadi masrafi gectim deseniz, sistem sorunu var. Benim su anda Turkiye'deki egitim sistemi hakkinda en kucuk bir fikrim dahi yok. Sistem o kadar cok degismis ki, ve halen de degismekte ki... Iyi mi kotu mu o bile belli degil. Tum aileler sistem degisikliginden yakiniyor. Dogal olarak da insan bu sisteme cocuklarini nasil teslim edeceginden korkuyor.

Sonra Turkiye'deki tuketim hastaligi da beni dusunduruyor. Amerika tuketim toplumu derler, Turkiye bu konuda cok daha ileride(!). Gordugum insanlarda bir alma aliskanligi almis basini gidiyor. Herkes devamli alis-veris merkezlerinde. Devamli bir kiyafet-ayakkabi-canta-telefon alma hastaligi.
Her gittigimde -her yaz, ya  da iki yazda bir- gozlemledigim birsey var ki bana cok garip geliyor. O da araba, ev esyasi gibi buyuk esyalarin da sikca degistirilmesi. Bir yerde gordugum salon takimi ertesi yil ya tamamiyle yenilenmis, ya da buyuk bir degisiklige ugramis goruyorum. Elektrikli esyalar da oyle. Burada ornegin ikinci el kullanimi cok yaygin ve insan birsey bozulmadikca birseyi degistirmiyorlar. Ornegin on yil once Turkiye'de yaygin olarak kullanilan set ustu cam ocaklar, firinlar burada hala yok denecek kadar az. Acikcasi elestirmiyorum, ama ayni zamanda anlamiyorum da, hele hele cogu insanin bir yandan gecim sikintisindan bahsederken bir yandan bu tip -bence gereksiz- harcamalar icinde olmasi bana mantikli gelmiyor.

Amma velakin onca endisem varken Turkiye'nin cekici yanlari da az degil. Bu da baska bir yaziya olsun, hani "arkasi yarin" gibi :)


(Istanbul'un en sevdigim hali, universitemden gorunen hali...)




1 Şubat 2013 Cuma

Hissiyat -Bolum 1

Bu yaziyi yazmak cok zor...
Zor, cunku kendine itiraf etmek zor. Itiraf ettikten sonra bu itiraf insani birakmaz cunku. Uyuttugunuz duygular dusunceler birer birer cikiverir gunyuzune ve baslar bir bir, gun, gun sizi kurcalamaya, rahatsiz etmege...
Uyuttuklarimizi ise yine bir sarki, bir resim, ve belki de bir ruya cikartir ortaya.
Iste benimkini de bir turku cikardi ortaya bugun. Rahmetli anneannemin cok sevdigi, soyledigi birlikte soyledigimiz, hatta su anda soyleyisi kulaklarimda, bir Ege turkusu olan Ormanci turkusu...
Turkuyu duymamla gozyaslarimin bosalmasi bir oldu.
Gozyaslarimin asil adi ozlem aslinda...
***
Amerika'da yasamanin esi ozlem, esi yalnizlik...
Yalnizlik, esten, dosttan, akrabadan uzaklik. Siz buradayken insanlar evlenir, bosanir, dogarlar, olurler... Onceleri siz uzaktan bakar, birkac telefonla eslik edersiniz, sonralari o da kalmaz, cunku zaten duydugunuzda ustunden iki-uc hafta gecmistir.
Ayni sekilde sizin de hayatinizda degisiklikler olur, bunu kimse bilmez, kendi kendinize, ya yalniz ya da cekirdek ailenizle yasarsiniz. Mutlulugunuz, huznunuz, basariniz, basarisizliginiz hep bu kucuk ailenizle, bazen de cevrenizdeki sizin gibi yalniz arkadas grubunuzla yasarsiniz. Ya da yasadiginizi sanirsiniz...

Yalnizsiniz ayni dili konussaniz da ortak bir gecmisten gelmemenin verdigi kopuklukla bir turlu oturtamadiginiz aradaki yabancilasmayi bir turlu kiramadiginiz insanlarin arasinda yalnizliginizi bir anda hissedersiniz.

Bir sarki duydugunuzda duydugunuz huznu paylasamayan, ve burada yasadikca hicbir zaman  paylasamayacak, anlayamayacak olan cocugunuza baktiginizda hissedersiniz bu yalnizligi.

Bir koku sizi kucukluk anilariniza goturdugunde anlarsiniz yalnizliginizi...

Bir esin dostun kapisini calmak istediginizde, ve kapisini calacak bir insan olmadigini  anladiginizda yine farkedersiniz yalnizliginizi.

Velhasil aslinda o yalnizlik o kadar cok yanibasinizdadir ki, bir turlu terketmez sizi... Siz duymamaya, gormemeye calissaniz da kucuk bir anda, ve hatta bazen bir mutluluk aninda beliriverir oradan buradan.

Bu yalnizlik nasil gider diye dusununce Turkiye'ye donmek geliyor insanin aklina ilk... Donmek, bir havaalani kadar yakin ama bir o kadar zor...

Donmenin zorluklarini ise baska bir yaziya birakiyorum. Simdi yalnizligimla basbasa olma vakti...




Uzun gunun ardindan




Dun, yani persembe gunu, uzun ve yogun bir gundu. Is, ev derken aksama da bir arkadasimizin ugrayacagini iletince Sebo, ben de hemen ne yapsam diye dusunmeye basladim. Yorgundum ama her zaman "ikram" islerinde ortaya cikan yardimcim, kucuk kardesinin de uyumasini firsat bilerek yardim elini uzatti.

Selim'le  birlikte iki denenmemis tarifi denedik. Kimilerinin tuzlu kek dedigi tarifi ispanakli muffin adi altinda bulup denedik, cok da guzel oldu. Ikinci tarifimiz ise misir unlu, findikli kek idi. Turkiye'den yeni gelen findiklarla guzel olacagini dusunup bunu da yaptik. O da kitir kitir ve lezzetli bir ikram oldu bize.

Selim'in agiz tadi tuzlulara daha yatkin oldugu icin hemen ispanakli muffinleri yemegi secti ve cok begendi. Ister ikram icin olsun, ister cocugunuzla bir haftasonu etkinligi icin bu tarifi denemenizi oneririm.
Iste bizim ispanakli muffinlerimizin icerigi:
3 yumurta
1 cay bardagi sut
1 cay bardagi siviyag (1/2 da olabilir)
1 paket kabartma tozu
1 cay kasigi kırmızı biber
1 kase ıspanak yapragi, dogranmis
1 su bardagi mozarella peyniri (yumusak kasar da olabilir)
1 kase beyaz peynir (ille de iki cesit peynir olmasina gerek yok bence, beyaz peynir koymak yerine sut olcusunu yogurtla degistirebilirsiniz)
3-4 yemek kasigi un
biraz tuz
Uzerini de susam ya da tercihen corek otuyla susleyebilirsiniz.

Afiyet olsun ve sizlere iyi haftasonlari!