Pages

30 Mayıs 2005 Pazartesi

feeling sick

keyifsizdim birkac gundur.
Ders calismanin getirdigi yorgunlukla birlikte bir de bu hastalik yorgun dusurdu beni. Gectigimiz cuma cok hasta olmustum, dayanilmaz mide bulantisi ve basagrisi... cumartesi de ayni sekilde devam etti, dun daha iyice idim, bugun sanirim dune gore cok daha iyiyim. Gerci bu sayede biraz dinlendim, calismaya daha dinamik bir sekilde devam etmegi umuyorum.
Ama boyle zamanlarda insan ister istemez soruyor kendisine sagligim yerinde olmazsa bu yaptiklarimin ne anlami var diye. ve saniyorum hakli bir soru bu.

28 Mayıs 2005 Cumartesi

80'lerden animsananlar, biraz keyifli biraz hüzünlü...

Biraz once bir blog'da yine seksenli yillara ozlemle ilgili bir yazi okudum. Bir donem bunlar animsaniyor,sonra konusulmuyor bir donem, neden sonra tekrar animsaniyor; ama hic mi hic unutulmuyor. O donemleri unutmak mumkun degil sanirim. Asagida cok sevgili arkadasim Barbha'nin yazmis oldugu seksenli yillara ait bir yazi var. Kimi seyler eminim okuyanlar icin cok tanidik gelecek. Ben okudukca bazi seyleri tekrar tekrar yasadim, hos da oldu. Seksenli yillara ozlem denilince bu yazi geliyor artik aklima benim.

80'Lİ YILLARDA YAŞAMAK DEMEK

1980li yıllarda hayatının ilk tecrübelerini yaşamış, ilkokula gitmiş,
kenan evren'i, erdal inönü'yü, özalı tanımış olmak, ajda pekkan'ın
alo, michael jackson'ın pepsi reklamlarını hatırlayacak kadar şanslı
olmak demek Big in Japan , the final countdown , eye of the tiger
demek. icraatin içinden demek, semra koy bir kaset de neşemizi bulalım
demek. köprü demek, ödediğiniz her kuruş verginin yol, su, elektrik
olarak size geri dönmesi demek

voltran voltran voltran demek , depozito toplamak adina kola sisesi
biriktirmek demek , adile nasit ten masal dinlemek demek.

Camgöz ile cimcime demek, "evet pepeee baloon baloon", "üzüntü ve muz
kabuğu" demek.

Bay yanlış ile doğru Ahmet demek

Bakkal amca, bir kalem, bir pergel, bir de çukulata alacağım demek.

Uvvak uvvak lee cooper demek

debbie gibson, tiffany, jason danovan, sandra, modern talking vb...
dinliyor olmak...comanchero'nun ve life is lifeın sözlerini
ezberlemeye çalışmak demek...michael jackson, madonna, samantha fox
demek

korhan abay,cenk koray,metin milli,ersen ve dadaşlar
demek.clementine, he-man, she ra, transformers demek.

okula siyah önlükle gitmek demek. kayahan,nilüfer,sezen aksu, barış
manço, emel sayın ile büyümek demek

ihtilal cocugu demek köle izaura demek, ziyaretçiler demek!!!! acidçi
misin metalci mi demek...

moruk demek, herild yani demek, hey corc versene borc demek, olmaz maykil
bende de yok cevabini isitmek demek, geriye donup baktikca ic gecirmek
demek...

yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşak. hem eski hem yeni olmak demek.
biraz gözü açık bir 80 li yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda
almış demektir.

edi mörfiiiiiii huuuuuuuuuuuuuu şörli makleeyynn yeeeeeee diye bağırıp
en az bir technotronic kasedine sahip olmak demek.

mahalle ce$melerinden su icmek, bayramlari iple cekmek, cumhurba$kani
denince kenan evreni hatirlamak demek

koltukaltında topla okul bahçesine yalnız giderken "nasılsa oynıycak
birileri vardır" diyebilmek demek

eti kemik geciyor demek;

evden çıkmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocuklugunu
yaşayabilmiş,son dönemin bir üyesi olmak

ne sorusuna zonk cevabı vermekten zevk duymak, , büyüteç ile kağıt
yakmak ve siyah kağıtların beyaza oranla daha kolay yandığını
keşfetmek, 9 voltluk pile dilinle dokunup o ekşi anı yaşamak,
televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen
susturmak, 23 nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5
dakikada aşık olmak demek

son dersin son 5 dakikasında parkeleri giyip zilin çalmasını beklemek,
hurraa kapıya doluşmak, dışarıya pestil olarak çıkmak demek, sinek
ilacı arabalarının arkasında bıraktığı bulutta deli gibi dolaşmak
demek.

kutu kolayı actıktan sonra kapagını cekip cıkarıp atmak demek

tipe bak demek

fon muzigi laura brannigandan self control olan gunler. bakkala
gitmenin, sokakta oynamanin, harclik toplamanin gecerli sayildigi,
havuc'un olmadigi yillar demek... her seye ragmen temiz ve el
degmememis bir hayat demek...sonrasinda biz buyuduk ve kirlendi dunya
demek.

pazar aksamlari mecburen yikanmak ve erken yatmak demek

sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki düğmelere
basmak zorunda olmak demek

sehirlerarasi yolculuklara cikarken otobusun 302s olmasi icin dua
etmek. bilet alirken arka kapinin onu ve tekerlek ustu olmasin demek.

resimli futbolcu kartlari demek, süper babaanne demek, fantayla kolayi
karistirmak demek, mahalle kavrami demek.

cavusevsku ve karisinin kursuna dizilisini tvden seyretmek demek, o
goruntulerin yillar sonra bile kafadan hala cikmami$ olmasi demek.

anket ve hatıra defterlerinin olması bunlara seviyorum ama kimi diye
başlayan maniler yazmak,önünde tek arkasında 2 çizgi olan külotlu
çorapların havada sallanarak giydirilmesi, içinde biri sabunlu iki
ıslak bez olan mustili beslenme çantası,dantel yaka,yenen kokulu
silgi,leblebi tozu çekerken atlatılan ölüm tehlikeleri,hulahop,ayak
bileğine takılarak çevrilen top,sek sek oynamak,bayramda mahalleye
dağılıp şeker toplamak, müsaitseniz annemler size gelecek demek

trt'nin yayın akışının bitmesiyle çalan istiklal marşı için ayağa
kalkıp, marşı hazırolda bangır bangır söylemek ve marşın bitiminden
sonra çıkan tiz "biiiiiiiiiiiiip"sesine rağmen televizyonu kapatmamak
demek.

Zerrin Özer demek. Nasıl da geçmişti bütün bir yaz demek. Bu şarkıya
kafanda klip çekmek demek.

annelerin çernobil yüzünden çay içirmemesi, gofret yedirmemesi demek...
challengerın olduğu günkü haberleri hatırlamak demek.. pkk
saldırılarında her gün mutlaka birilerinin öldüğünü duymak ama
anlamamak demek..

veronica castroyu güzel zannetmek demek.. kenan evreni atatürk zannetmek
demek..
Yazlık diskolarda içeri alınmamak demek. bunun için ağlamak ve içeride
- her nedense- You are in the army now- şarkısında sarmaş dolaş
danseden abi ve ablalara bakıp özenmek demek

gorbaçov'un kafasındaki kırmızılığın ne olduğunu merak etmek, anneye
"zeki müren'e teyze mi diyim amca mı diyim" diye sormak, kenan
evren'in cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılırken çankaya köşkü
basamaklarından yavaş yavaş inip sekreteriyle vedalaşmasını
hatırlamak, "hayat bilgisi" kitabında kenan evren'in resmi olması, her
yere modern cami inşa etme furyasına anlam verememek, batman ve
şırnak'ın henüz il olmadığı günleri hatırlamak, özalın çenesinin
enteresan yapısına anlam veremeyip, "acaba benim çenem de ilerde böyle
olur mu" kaygısıyla aynaya bakmak demek...

breyk breyk arkadaş arıyorm demek eve lazım olur diye fazlaca pul
almak demek ho ho ho hoover demek zeki müren in size alo diyoruuuum
demesi demek

ilkokulda halley, petrol ve komancero sarkilarini uydurma sozlerle
soyleyerek danseden tolga han ozentisi sefil dans gruplari kurmak okul
sonrasinda ise her gun kosturarak eve gidip; bu topragin sesi
programinda kimil zararlisi ile mucadele yontemleri, orman koylusunun
sorunlari ve yuksek randimanli durum bugdayiturleri ile ilgili verilen
faydali bilgilerin ardindan kamber aga ile uyanik skeclerini buyuk bir
ilgi ile izlemek demek kucuk yasta bilinçli bir ciftci kadar ziraat
bilgisine sahip olmak demek sinemalarda the lord of the rings, harry
potter vs. izlemek yerine jules verne romanlari okumakla gecirilen bir
cocukluk demek

aldım çantamı kolumaaa, çıktım dallas yoluna, ben babi'yi beklerken
ceyar girdi koluma şarkısını dansıyla birlikte bilmek demek.

kimler geliyo kimler? sana ne,sana ne? ama bunu söylemenize gerek
yokki, ben yapınca alışverişi,zaten alıyorum satış fişi replikleri
barındıran ali-ayşegül atik reklamı hadi hep birlikte,hep birlikte,
biz biz olalım yemeklerden önceeee, lavaboya koşalım, hafta da bir
kere tırnakları keselim, fırçalayıp onları tertemiz olalım diye
şarkılar ezberleyen bir nesil olmak

icraatın içinden izleyip özal'ın kalemine bakıp hipnotize olmaya çalışmak

videocudan american ninja, kartal,kan sporu ve evil dead gibi filmleri
kiralamak demek

analogtan dijitale geçiş devrini yaşamış birey olduğunu anlamak ve
ikisinden de farklı zevkler aldığının farkına varmak demek

çok güzel bir ülkenin son yıllarını hayal meyal hatırlamak, sonra da
çivisinin çıkışını görerek büyümek demek

Hava durumlarının eksi değil de "sıfırın altında bilmem kaç"
denildiğini bilmek demek

Apartmanın çatısına 5 metrelik anten takıp üstüne de tencere kapağı
bağlayan bir abinin sizi tv önüne oturtması ve çatıdan oldu mu diye
bağırıp anteni ayarlamaya çalışması . yunanistan kanallarını
görüntülemek

adına .. oldu oldu diye camdan kafayı çıkarıp bağırmak ve kimsenin
buna şaşırmaması demek. siyah beyaz ve karlı bir görüntü de olsa ..
üstelik yunanca tek kelime anlamasanız da gündüz vakti çizgi film
izlemek için az debelenmemiş olmak demek

Muhtemelen hayatımız boyunca yaşadığımız en güzel 10 yıl demek...

trt 1'de olu$an sorunlar sonucu yayına bir süre ara verildiğinde
ekrana getirilen donuk ağaç, dağ bayır resmine 10 dakika hareketsiz
bakabilmek demek,

Türkiye'de yaşamış son mutlu kuşak olduğunu hüzünle hissetmek demek.

25 Mayıs 2005 Çarşamba

yeni yasanmis bir ani

Bu aralar birseyler yazamamanin verdigi kederle basbasayim. Aslinda bu bir anlamda kendime, kendimce zaman ayiramamak demek. Demek ki oturup icimdekileri yazacak bir zaman dahi ayiramiyorum kendime, ne yazik...
Dun aksam bir degisiklik yaparak downtown'a yakin bir yunan lokantasina gittik, yunan diyorum ama elbette ki sarmalar, borekler, zeytinyaglilar hatta siste pisirilmis etler bizim Ege mutfaginin guzelim lezzetlerinden baskasi degildi. Sarma ve baklavanin Turk mu Yunan mi oladuguna dair tartismalar bence yumurta mi tavuktan, tavuk mu yumurtadan (civciv mi yumurtadan) tartismalarindan baska birsey degil. Yuzyillarca ayni topraklarda yasamis insanlariz ki boyle kulturel ortakliklarin olmasi cok dogal, dogal da bu debate neden diye dusunmeden edemiyor insan (gerci simdi tarihsel ve sosyolojik aciklamalar yapmak mumkun ama sanirim bunlari dinlemek, okumak istemiyorum artik ben).
Ayrica yine bir amerikan vurdumduymazligiyla karsilastim bence trajikomik bir olaydi. Lokantada yunanistan ve Turkiye gezisi yapacak bir grup vardi. Yalniz gezi oyle ayarlanmisti ki ilk ayagi atina, yunan adalari, efes ve bizim guney ege kiyilari olacak, ikinci ayagina ise optional olarak isteyenler istanbul'a goturulecekti... Neyse, tuvalet sirasinda onumdeki hatun bana donerek benim de gezi grubunda olup olmadigimi sordu, hayir dedim. Konusmamiz ilerledikce kendisine turk oldugumu, bu geziden cok zevk alacagini soyledim bunun uzerine kadin bana donum "well, I am not going to Turkey though, I am just gonna visit Greece" dedi, "how comes?" dedim, "aren't you gonna visit Ephesus, at all?" diye devam ettim. Kadin bana cok ama cok sasirarak "Is Ephesus in Turkey?" diye sordu.... ne denir bu konumda? "D'oooohhhh!!!!!"
cok sasirdim, hatun sadece istanbul'un turkiyeye ait oldugunu efes ve diger ege bolgelerinin yunanistan oldugunu saniyormus. Sanabilir, insanlar herseyi bilmek zorunda degil, bu sorun degil; ancak gezmeye oralara gidecek insanin acip da ne, nerede, ben nereye gidiyorum, diye bakmasi dogaldir diye dusunuyorum. Yani yunan adalarini gezecekleri katamaranlarda guzellik salonu olup olmadigini soran adamlar gidecekleri yerlerin nerede oldugunun detayina bakmiyorlar bu cok komik aslinda trajikomik geldi dogrusu. Ama itiraf etmeliyim baya guldum sonradan kadinin saskin yuzu aklima geldikce. Pis miyim neyim???
iste boyle, bu ani da yazilsin silinmesin, animsandikca gulunsun mu aglansin mi bilinemesin, nokta.

22 Mayıs 2005 Pazar

sonbahar cok uzakta ama...


Sicakti sicak

Sicakti
Sicak
Sapi kanli
Demiri kor bir bicakti
Sicak...

Welcome to Dallas Texas... o kadar sicak ki burasi su siralar insan klimali kapali mekanlardan disariya ciktigi zaman dogal bir saunaya girmis gibi oluyor. Ben sicak diye bilinen o kucuk Ege sehrimde bile bu kadar sicak gormemistim. Bu saunanin obez amerikalilarin kilo problemine cozum olur mu bilmiyorum ancak zaten zorlukla calistigim su yeterlilik sinavlari icin calismami engelledigi kesin (bir sebep ariyordum, buldum iste ;)...
Bol su icerek, evde klimayi sonuna kadar acarak, gerekirse buzhanelerden farksiz okuldaki ofisime giderek bir sekilde calismaya calisiyorum iste. Garip bir duygu benimkisi su siralar stres var mi bilmiyorum ama garip bir sogukkanlilik da var sanki, pek alisik olmadigim icin anlatamiyorum aslinda.
Bu arada uyuyamamamin nedeni sicak olabilir mi diye dusunmeye basladim, simple solution, n'est-ce pas?
Oysa ki boyle sicaklarda ders calismak bir kenera, miskin miskin yatilir, en yakin kuvete, golete, denize girilir, karpuz yenir (hmmmmm...), aksamustu biraz essin diye beklenir, aksamustu esmeye basladigi zaman cay konulur, sicakla birlikte harareti azalttigi savunularak sicak cay icilir, aksamlari disari cikilir gezilir tozulur; AMA ders calisilmaz....!!!
Neyse, bu kadar geyik yeter, ne celiskidir bu ama ders calismam lazim, mmmmmmm!

19 Mayıs 2005 Perşembe

18 Mayıs 2005 Çarşamba

Ben degil, Muchacha yazdi bunu...



Bulut mu olsam?
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüs gemi
içinde sari balik
dibinde mavi yosun
kiyida bir çiplak adam
durmus düsünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balik mi olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmali, oglum,bulutuyla, gemisiyle, baligiyla, yosunuyla.


30 yasimda da bu soruyu sordum kendime hala soruyorum. 10 yasimda sormadim ,15 yasimda sormadim ,20 yasimda sormadim,25 yasimda sormadim,30 yasimda sormaya basladim ,hala cevabini ariyorum...
Ustanin yazdigi bu sozler icimde biryerlere dokunuyor,o sarkiyi haykira haykira soylemeyi seviyorum... Evet ne o ,ne o,ne o; Deniz olunmali ... Bulutuyla, gemisiyle, baligiyla, yosunuyla deniz olunmali ...
Oysa kolay mi deniz olmak ?? Gunlerini gecelerini verip dusunmek yeter mi deniz olmaya?? Kendine dogru cikilan yolculuklar, dostlarla yapilan sohbetler, sikintilar, ic savaslari, sorular, verilen cevaplar yeter mi deniz olmaya ??
oysa ne guzeldir kimbilir deniz olabilmek !! Cezbetmek, kendine cekmek herkesi tan yeri agarip gunesin kizilligi kapladiginda gokyuzunu , gunes batarken gumus rengine burunup soyle kivrila kivrila vurmak sahile ,umarsiz ,ahenkli, dansetmek kumsalla ,ruzgarla,kendinden emin vakur... Sonra cosup kabarmak birdenbire nedensiz, hesap vermeden ,sadece kendin icin "buradayim iste, ben burada, gorun beni" yi haykirmak sesin kisilincaya dek ... Sonra yeniden cekilmek kabuguna ,karanligina ,sessizligine kimseye ihtiyac duymadan ,gomulmek derinlere,koynuna girmek kendinin , sarip sarmalamak kendini ,anlamak ,dinlemek ,arkadas olmak , sevmek ,oksamak kendini ,ertesi sabah dipdiri uyanacagindan emin olarak uyumak ,tazelenmis, dipdiri berrak, su gibi ...
Kolay mi su gibi olmak ?? berrak , duru, arinmis, akip gitmek yoluna cikanlari umursamadan tek hedefinin akmak oldugunu bilmek ,soyle sakin sakin ,zaman zaman gurul gurul,ne cikarsa yoluna,zaman ne gosterirse hesap kitap yapmadan,dertlenmeden tasalanmadan , sadece akmak ..akmak.akmak.akabilmek..KOLAY MI?? Yasamak yani,insanca, insana dair yasayabilmek kolay mi?
 Posted by Hello

17 Mayıs 2005 Salı


su kiz gibi... koysam basimi yastiga denizim ustunde batan gunese karsi, ve uyusam uyusam, oylesine umarsizca.... Posted by Hello

Basarabilmek ya da basaramamak... Butun mesle bu (mu acaba?)

Hocam arastirmami ve nihayetinde paperimi begendi, “simdilik bunu bir kenera koy bakalim, yeterlilik sinavindan sonra bakarsin” dedi, ve sinav icin cesitli nasihatler verdi kendince.
Bunu gunluk bir realite olarak gormeye basladim artik, yeterlilik sinavina girecegim. Bu sekilde baktigimda onemsizmis gibi gelse de aslinda benim icin, daha dogrusu kariyerim icin onemli bir sinav elbette. Bu nedenle bir yandan stresini yasiyorum bu sinavin icimde diger yandan da bunun hayatimin donum noktasi olmadigina dair telkin etmege calisiyorum kendimi.
Hep boyle olmustu bu, kucukten beri telkinlerle yasamayi ogrendim sanirim kendi kendime zira cevremde “ bosver olmazsa olmasin, biz seni boyle de seviyoruz” diyen insan olmamisti hic. Ilkokuldan sonra anadolu liseleri sinavina girilecegi gunlerde de cocuk ruhumla kendi kendimi telki etmistim “olsun, olmazsa normal ortaokula gidersin canim ne olacak yani dunyanin sonu mu” diye, universite sinavlarinda da kendi kendimi telkin etmistim “ne olursa olsun sen onemlisin, hayatin bir sinavdan ibaret degil” diye ve neredeyse on yil sonra kendi kendimi telkin etmek gorevi bana dusuyor yine.
Ama bir yandan da biliyorum ki bunu istiyorum, yeterlilikten gecmek istiyorum, bunca emek bosuna olmamali diyorum, bu da ikilemin oteki ucu. Kendi kendimi telkin ettigim diger sinavlarin sonuclarinin olumlu oldugu gibi bunun da olumlu olmasini istiyorum icten ice. Yani basarmak istiyorum.
Dusununce ne kadar basari odakli yetistirilmis oldugumu anliyorum. Cevremde durum hep boyle oldu benim, hep basarili olmam beklendi, direk soylendi, soylenmedigi zamanlarda ima edildi. Basarisiz olmaya hakkim yoktu benim hicbir zaman. Bu ne yazik ki cok aci bir durum; insanin kisiliginin basariyla iliskilendirilmesi ve bu sekilde degerlendirilmesi… Basariliysan iyi bir insansin sen; degilsen ne yazik, ne oldugun, nasil oldugun, ne gibi degerler, duygu ve dusunceler tasidigin hic onemli degil cunku basarisizsin sen…
Annemle olan bir konusmamizi animsiyorum, universitenin ikinci yilinin ikinci donemindeydim ve mutsuzdum hem de cok mutsuzdum, sanirim mutsuzlugum o zaman baslayan depresyonumdan kaynaklaniyordu (bunun o zaman farkinda degildim elbette) mutsuzlugum derslerimde basarili olamama neden oluyordu ve bu basarisizlik sonucta mutsuzlugumu artiriyordu, tam bir kisir dongu iste.
Anneme aglayarak cok mutsuz oldugumu anlatmistim, okudugum bolumden memnun degildim, okulda pek yakin arkadasim da yoktu, ve elimdeki arkadaslarimi, sevdiklerimi de yitirmistim nedensizce, bunlari anlattim ona, tekrar universite sinavlarina girmek istedigimi bir sure onlarin yaninda olmak istedigimi belirtmistim.
Ama annem cok net bir sekilde yanitladi beni, herkesin okumaya can attigi bir okulda, ve bolumde okuyordum, binlerce, hatta milyonlarca kisi vardi benim yerimde olmak isteyen, maddi sorunum da yoktu, niye yakiniyordum ki, mutsuz olmaya hakkim yoktu benim ve tabii basarisiz olmaya da, boylece tum yakinmalarimin ustune kocaman kureklerle toprak serpti annem.
Ve ben mesaji almistim yakinmadan , sesimi cikarmadan, sevsem de sevmesem de mutsuz olsam da olmasam da bitirecektim bu okulu ve bir daha yakinmayacaktim. Yakinmak basarisizlikti cunku ve benim basarisiz olmaya hakkim yoktu hic.
Bunu boyle algiladim ve yoluma koyuldum o zamanlar, mutsuzlugum devam etti icten ice, anlatmadim, anlatamadim paylasmadim hic kimseyle bunu. Basarili olmam gerekiyordu madem, olacaktim; yakinmadan, aglamadan, ve bitirdim okulumu uzatmadan.
Ve simdi yine bir baska basarili olmak ya da olmamak ikilemi icindeyim. Kosullar daha farkli ve ben de farkliyim.
Farkliyim cunku biliyorum ki olasi bir basarisizlik beni gecici bir mutsuzluga itse de beni daha az bir ben yapmayacak…
Bu bilincle calismak simdi daha kolay ve daha guzel geliyor bana.

15 Mayıs 2005 Pazar

dilemma

it is a beatiful day out there.
26 yasindayim ve onumde bu aksama kadar bitirmem gereken bir paper var.
Oysa ki bugun yapmak istediklerim cok farkli.
White Rock golune gidip bisiklete binmek istiyorum mesela...

O'nun hakkinda

O'nun hakkinda ne dusundugum konusunu hicbir zaman cok iyi anlayamadim sanirim. Daha dogrusu kendimi bu konuda anlayabildigimi zannetmiyorum. Kendi duygu ve dusuncelerim ile digerlerinin ona bakis acisi arasinda kalmislik benim cogu zaman bu konuda kendi dusuncelerimi engelledi belki de. Bu nedenle O'nu nasil hatirliyorum konusuna hicbir zaman tam bir karsilik veremiyorum ve bu beni cok etkiliyor.
Aslinda kucukluk zamanimin cogunu onunla gecirmeme karsin onunla hicbir zaman digerleri kadar yakin olamadim,digerleriyle karsilastirlidiginda arada gecilmeyen hep birseyler vardi sanki ne oldugunu bilemiyorum.
Ama yine ne de O'nu cok sevdigimi ve O'nun da beni cok sevdigini dusunuyorum hep.
En cok kocaman kahkahalarini hatirliyorum onun; agiz dolusu gulusunu... Anneannemin balkonunda cay icerken bahar ogeleden sonralari o kadar kocaman gulerdi ki O, anneannem dayanamaz ikaz ederdi.
Sonra cok anlik bir insan oldugu var aklimda. Ben onu anlik olarak nitelendiriyorum ama sanirim aslinda bulundugu ortamdan kacma istedigiydiu bu belki de. Hani carsiya falan gittiginde uzun sure gelmez, bizler de onun nereye gitmis olabilecvegini dusunurduk. Geldiginde bilmem kime ugradigini, oradaki sohbetlerini anlatirdi cogu zaman. Evdekiler ise kizardi ona isini bitirip gelmedi sagda solda ooyalandi yine diye.
Ama ben o evin onunla neselendigini dusunurdum hep. O gittiginde evin kocaman nesesi de gitti sanki, sanki degil gitti.
Benimle ilgili cok sevdigi bir anisi vardi hep anlattigi: ben kucukken beni alir carsida simdi kocaman bir pakin oldugu yerde olan pastaneye gotururmus beni. Pastanenin doner sandelyeleri varmis ve ben buyuk bir heyecanla otururmusum o sandalyeye, birlikte "supangle" yermisiz ve tabii ki ben cok severmisim "supangle"yi. Bunu anlatirdi o hep bana, her seferinde ayni heyecan ve sevkle, cok sevdigi bir aniydi demek ki....
O'nu en son Ada'da gormustum.
Aylar sonra kuru bir telefon konusmasi yapmistik,
Ve sonra bir 19 Mayis aksami gittigini ogrendim, oyle ansizin. Spontone demistim ya senin icin oyle oldu gidisin de.
Ardinda biraktiklarin bir sekilde gidiyor iste teyzecigim, kizin buyuyor, kocaman bir genc kiz oldu artik;biliyor musun, sana da cok benziyor bence. Ben... ben de buyuyorum, hatta yaslaniyorum belki de kimbilir.
Ama seni ozluyorum teyzecigim, hem de cok...

14 Mayıs 2005 Cumartesi

being "girly"

Dusunuyorum da hicbir zaman girly olmadim, olamadim sanirim... Yani nasil derler kendimi cok da "feminen, disi" hissetmedim hicbir zaman ve bu nedenle merak ediyorum nasil bir duygudur bu diye.
Nasil bir duygudur cicili elbiseler, etekler giymek, fileli corapla mesela? Nasil bir duygudur tikir tikir topuklu ayakkabilarla gezmek?
Ornegin hic topugum kirilmadi benim, topuklu ayakkabi giymedigim icin.
Nasil bir duygudur gezmeklere terlik tasimak, ozene bezene suslu terlikleri giymek ayyakkabini cikardiktan sonra? Nasil bir duygudur saatlerce "nasil iyi makyaj yapilir?" uzerine konusabilmek, modayi takip etmek vs. Nasil bir duygudur kucukten gelinlik modelleri begenmek, onun hayalini kurmak. nasil bir duygudur kucuk seylerden igrenebilmek, sofrada kildan bocekten konusamamak, daglarda , kirlarda hemen "of yoruldum" diye sizlanmak.
Nasil bir duygudur "ay reglim, hastayim, vucudum cok kirgin, hic birsey yapamiyorum" falan diye konusarak ortaliklarda gezinmek ve nasil bir duygudur sevgiliyi, kocayi kiskanmak, bunun icin krizlere girmek....
Vs vs bunun gibi feminenlikle ilgili pek cok seyi anlayamiyorum cogu zaman ve hatta bazen bu bende onemli bir eksiklikmis gibi geliyor... E madem hatun kisi yaratilmisiz niye boyle hatun kisi olamiyorum diye kiziyorum kendime; topuklu ayakkabi giyiyorum kendimi feminen hissedebilmek icin, yok olmuyor cikariyorum yarim saat icinde dayanamayarak. Gecenlerde bir test yapmistim hatta beyninizin yuzde haci kadin diye, %30 cikti iyi mi? %50 nolsa sevinecektim yine ama %30... Gerci bazen hosuma gidiyor bu durum kadinlarin citkirildimliklarinin bende olmayasi falan ya da "adam gibi kadin" olarak hissetmek kendimi, ne bileyim bu gucluluk duygusu gururumu oksuyor belki de ama ozenmiyor da degilim hani.
Boyle iste... Nereden aklima geldi bilmiyorum ama girly degilim iste ve bundan dolayi ara ara hayiflansam ve ozensem de cicili bicili kiyafetlere, makyajlara, topuklulara, spor ayakkabilarimla ve dag botlarimla mutluyum sanirim ben; rahatim cunku, daha ne olsun?

12 Mayıs 2005 Perşembe

Insomnia, vs...


uc gundur uykusuzum...
iki gun once gece kisa aralikli uyanmalarla baslayan uykusuzlugum dun sabah 1:30'da yatip 6:00'a kadar uyuyamamla sonuclandi. Normalde ellerimi yastigin altina sokup yuzukoyun yatiyorum, olmadi. Sirtustu yatmayi denedim, yok; saga dondum, hayir; sola dondum, imkansiz... uyu-ya-ma-dim...
Issin ilginc yani tum gece yatakta debelendim durdum,ufledim, pufledim yok iste yok tam cildirmalik.Daha da kotusu boyle anlarda yaninda uyku sesleri duyuyor olmak, uyku solumasi falan, iyice taktim kafaya, uyuyamadim.
Neden sonra sabah 6:00 gibi ilik dus alma fikri yatti kafama. Banyoya girdim, kuveti ilik degil sicaga kacan sicaklikta suyla doldurdum, biraz da kopuk koydum tabii, sonra icine gordim yavasca,"uyut beni su" dedim girerken umutsuzca tabii. Sonra sanirim yarim saat kadar kaldim icinde, ama iyi geldi tabii, baktim gozlerim kapanacak bornozuma sarinip yataga attim kendimi hemen. Ortumu her zamanki gibi basima kadar cekerek dinlenen vucudumun, yorgun dusen gozlerimin uyumasini bekledim. Ise yaradi sayilir, oylece iki saat kadar uyumusum. Maleasef yalnizca iki saat, ne yazik ki gunduz saatlerce uyumaya vakit ayiracak luksum yok su siralar. Ama isin guzel yani kalktigimda ozenle hazirlanmis bir kahvaltinin beni bekliyor oldugunu gormekti. Kahvaltida portakal suyu ictim, calcium +d vitamini katkili, high pulp, home squezed portakal suyu. Yiyecek ve iceceklere bakinca bu amerikalilarin be kadar hasta ruhlu tuketim manyagi oldugunu anliyorsunuz. Hemen hemen hersey degistirrilmis, katki maddeli. En cok da sutler kopariyor beni. whole milk (tam yagli sut), half and half (isminden anlasiliyor), nonfat milk (bu sey'e milk denemez olsa olsa beyaz boyali su denebilir anca), 1% reduced milk (yani yagi yuzde 1 alinmis) ve benim favorim 2% reduced milk. Yani ben de katildim bu cilginlik kervanina. Ama 2% reduced benim eski sevgilim sut'e geri donmemi sagladi. Kucukken sabah kalkar kalmaz agzima dayardi annem sutu sonra sabahlari sut icme aliskanligim lise baslangicina kadar surmustu. Liseye baslarken isyan etmistim icemeyecegim diye. Iciyorum da ne oluyor demistim anneme boyum uzamiyor, e kilo desen yerinde hatta sutun yaginin kilo yaptigina karar vermistim o zamanlar. Neyse oylece birakmistim iste ama 2% reduced milk sut hakkindaki fikrimi degistirdi, eski sevgilime geri dondum boylece ;). Bir de tabii ki yaptirdigim kemik erimesi testinin de etkisi var, kemiklerim saglam cikti (yasin etkisi konusuna girmek istemiyorum zira benden 3 ay kucuk arkadasimda kemik erimesi baslangici cikti), bu konuda annemin icirdigi sutlerin payi cok ama cok buyuk diye dusunuyorum iste.
Bir sut ustune ne kadar konusulabilirse konustum sanirim.
Galiba son zamanlardaki uykusuzlugumun nedeni 1)geceleri ders calisirken cay, ille de koyu cay icmem ve bu caylarin sayisinin ders calisma yogunlugumla dogru orantili olarak artmasi 2) stres tabii ki, kafamda o malum gunun olmasi...
Boyle iste, bugunum nasil gececek bilemiyorum, verimlilik konusunda kuskuluyum cok ne yazik ki :(.
 Posted by Hello

mutlu oldum

Bugun o kadar sikisikligin icinde, avazim ciktigi kadar bagirarak Notre Dame de Paris'den Belle'i soyledim, dinledim yine dinledim yine yine...
Mutlu oldum...

J'ai posé mes yeux sous sa robe de gitane
A quoi me sert encore de prier Notre-Dame
Quel
Est celui qui lui jettera la première pierre
Celui-là ne mérite pas d'être sur terre
O Lucifer !
Oh ! laisse-moi rien qu'une fois
Glisser mes doigts dans les cheveux d'Esméralda
Esméralda

more than words... Posted by Hello

well, I am not that desperate though ;) ... I just like it. Posted by Hello

10 Mayıs 2005 Salı


bugun cok garip bir sekilde canim mizmir'e gitmek istedi. Dolasmak amacsizla kucuklugumun mekaninda. kesfetmek tek basima kemeraltini, kordon'u, bornova'yi, balcova'yi, karsiyaka'yi, bostanli'yi. mizmir'de yalniz oldugum bir ani yaratmak istedim kendime. Yalniz ben ve mizmir... Posted by Hello

8 Mayıs 2005 Pazar

the mighty power of love


yillar oncesinden bir film orijinal adiyla "breaking the waves" ve turkce'ye cevrilmis haliyle "dalgalari asmak". Dalgalari asmak, zincirleri kirmak, tabulari yikmak vs. aklima geliveren filme ilintili esanlamli tanimlamalar. Bu film benim cok hosuma gitmisti. Konusuyla, muzikleriyle cok anlamli bir filmdi. Kadinin tutkusunu cok iyi vermisti kamera. En kisa zamanda tekrar izlemek istiyorum, bakalim yillar sonra (8 yil sonra) tekrar bu filmi izlemek bende ne gibi hisler uyandiracak? I should experience that...

Bess loves God and, in her own special way, has regular chats with him. But once she is introduced to the transports of sexual love in marriage, there is a whole new force field in her life. Utterly bereft when Jan has to go back to his job at sea, Bess asks God to bring him home. When Jan is then paralyzed in an accident, Bess concludes her prayer has brought about his tragic return. Willing to do anything to restore Jan to his former vigor, Bess embarks on a bizarre and dangerous spiritual project which she believes will result in her husband's healing.
Breaking the Waves comes across as a glorious paean to the mighty power of love. It provides a profound meditation on a line from "Les Miserables: "To love another person is to see the face of God." Bess believes that she is showing her love of God when she loves her husband, even to the point of making an extreme sacrifice.
In addition to its poignant message about sacrificial love, Breaking the Waves reveals the stark contrast between the repression of some types of communal religion and the buoyancy of individual spirituality.

 Posted by Hello

7 Mayıs 2005 Cumartesi

siyah beyaz


siyah beyaz
siyah beyaz fotograflara karsi bir tutkum olmustur hep. Nedenini bilmiyorum, o getirdigi nostalji duygusundan mi, bana verdigi durmus bir zaman hissinden mi yoksa olani daha da guzel gostermesinden mi bilmiyorum ama seviyorum iste. Sanirim kucuklukten gelme birsey bu, siyah beyaz televizyonlu yillardan ya da siyah beyaz oldugunu dusundugum ruyalarimdan, kimbilir. Kucukken annem yatirmaya gelirdi gece basucuma, oper, "iyi geceler" derdi. Ancak tam da odamdan cikacagi sirada basini cevirir, "renkli ruyalar" dilerdi bana, iste o zaman cok korkardim ben ruyalarin renkli olmasindan, "oyle deme" derdim, "renkli ruyalar deme"... Annem bana gulumser, "oyle olsun, siyah beyaz ruyalar o zaman" derdi, ve ben rahatlardim, siyah beyaz ruya gorecek olmanin verdigi guven duygusuyla uykuya dalardim.
Siyah beyaz...
Gerci bu fotograf siyah beyaz olmanin disinda, iskelesiyle, ve sessizligiyle etkiledi beni. Yagmurlu toprak ve deniz kokan bir yaz aksamini animsatti bana, o cok sevdigim yaz aksamlarini. Ozellikle kitabimi alip iskelenin ucuna gittigim boyle bir yaz aksaminda tam da kitap okurken yagmur yagmisti birden, toprak, yagmur ve deniz kokmustu etraf. Ve ben bu kokunun cazibesine dayanamayarak, hasta olabilecegim , insanlarin ne dusunecegi gibidusunceleri de bir kenera iterek kitabimi iskeleye birakip kiyafetlerimle denize atmistim kendimi, yagmur, deniz, iskele ve ben... Mutlu olmustum, mutluydum...
Ve bu resim ayni zamanda o'nu son gordugum zamani animsatti bana, en son onunla neseyle denize girisimizi... Hep boyle bir havada boyle bir mekanda sonsuzlasti o benim gozumde. Ve onu boyle animsiyor olmak bana bir cesit huzur veriyor simdi, onu sonsuz bir huzur icinde resmediyorum, oyle olmasini umud ediyorum. Posted by Hello

6 Mayıs 2005 Cuma

O Ege sehrindeki yazlarin sicak ogleden sonralari


O Ege sehrindeki yazlarin sicak ogleden sonralari
Bilmem nedendir bu resim bana kucukluk anilarimin bir parcasi olmus miskin sicak yaz gunlerini, ozellikle de oglenleri ve ogleden sonralari animsatti.
Bu gunleri o miskinlik duygusuyla birlikte cok canli animsiyorum. Hani bir ruyada gercekmis hissini duyarsiniz ya, uyandiginizda sasirirsiniz hatta; iste oyle ben de bu gunleri oyle canli hislerle ama pek de hos olmayan hislerle animsiyorum.
Sicak, insane bir bunalim, yokluk, yitiklik hissi veren ve hic bitmeyen sicak.
Cocuktum ama cocukken bile bu sicak bende yokluk hissi uyandirabiliyordu, sanki yok olsam kimsenin umursamayacagi gibi bir his.
Sokaklari animsiyorum o sicak ogleden sonralarinda; issiz, heryer sessiz, belki topu topu bir iki kisi, issiz gucsuz, o kadar... Ne coluk ne cocuk, yankilanan tek bir ses: sessizlik.
Insanlari animsiyorum; miskin, yorgun, bitkin, isteksiz. Ne yatmaya istekli, ne kalkmaya, ne oturmaya, ne konusmaya, yapilanlar zorlama.
Kapilar acilmis ruzgar essin diye ama nafile, ne bir kipirti ne bir ses...
Ve tum bunlar arasinda ben, o cocuk ruhumla devamli birseyler yapmaya istekli; rahatsiz ediyor bu sessizlik, bitkinlik beni, disari cikmak istiyorum, sokakta oynamak ve ben olmak. Izin vermiyorlar, "sicak" diyorlar, "basina gunes gecer, hasta olursun", hem bak diyorlar "kimse yok".
Kimse yok ama ben de mi yokum? Dusunuyorum, sikiliyorum, uff bunaliyorum hem de cok.
Ve ben buyumek istiyorum. Ve cekip gitmek; o sicak ogleden sonrasindan ve o sehirden kacmak...
Ama farkediyorum o an, cocugum daha, gunler uzun, zaman kocaman, ve buyuyecegim zamana cok var daha hem de cok.
Saatler de gecmek bilmiyor, ve icimdeki o cocuk umuduyla bekliyorum yitikligin gecmesini ama sonsuza dek gecmesini, gozum saatte...
 Posted by Hello

4 Mayıs 2005 Çarşamba

...

ne garip, beklemediginiz bir anda geliveren bazi haberler olgunlastirabiliyor insani. beklentiler ve bakis acilari degisebiliyor hemen. duslerini kurdugun sey yalnizca bir dusmus iste anliyorsun. ve belki de bunun dus oldugunu anlamak insani gerceklige yaklastiriyor.
ve gerceklige adim attikca yasam daha kolay hale geliyor, daha guclu hissediyorsun kendini, daha magrur ve daha olgun.

2 Mayıs 2005 Pazartesi

beni mutlu eden...


resimler!
su anda boyle kucuk seyler beni mutlu etmeye yetebiliyor.
 Posted by Hello

biliyorum zamani degil ama...


orada olmak istiyorum :((
ne mutlu bana ki, her zaman buyuk bir mutlulukla animsayabilecegim bir tatil gecirmistim muchacha ile Kekova/ Kalekoy'de. Hersey o kadar guzeldi ki... geceyarisi yakomozla aydinlanmis ilik denizde yuzmek, denizin parildayisi, yedigimiz muthis akdeniz yemekleri, sicak geceler, tum gun hamakta miskin miskin yatisimiz, tepede yedigimiz menemenin inanilmaz lezzeti, muchacha ile sohbetlerimiz, ogleden sonra sicagi, dondurma ve biskuvi, neler neler... Yasadiklarim su anda bana muthis bir ruya gibi geliyor simdi donup de ardima bakinca, guzel bir ruya tekrar yasanilasi bir ruya. Posted by Hello

1 Mayıs 2005 Pazar

bu resim


bu resim...
bu resmi gorunce annem aklima geldi hemen. Resimdeki kadini annem olarak gormem beni de direk olarak bu kucuk kiz yapti iste. Ara ara geliyor oyle bana kucuk kiz olma istegi, yillar oncesine donme... Ancak depresyon tedavimle bu istegim cok cok azaldi. Artik carpe diem- seize the day- gunu yasa mottosuna uygun davranabiliyorum. Ve bu yuzden bu resmi begenmem gecmise donme duygularimdan kaynaklanmiyor biliyorum. Bugunumle, hatta tam da bu yasadigim pazar gunuyle cok ilgili aslinda. Birkac saat once, burada ogleden sonra ikiye gelirken saat, onlara gore aksam on sulari olmali, annecigimle konustum (sanirim konusmaya bir bucuk sularinda basladik yarim saat kadar konustuk iste). Unlike most of the previous ones, hos bir konusmaydi, kendisiyle ilgili gelismeleri anlatti annecigim. Psikologla olan seansinda kendi ailesinin onu nasil basari endeksli yetistirdigini ve boylece onun da nasil basariya dayali bir sevgi anlayisina maruz kaldigini ve dolayisiyla kendi icinde de bunu gelistirdigini konusmuslar. Bunlari konusurken uzulmus annem, kendi icin degil ama benim icin, "ben farkinda olmadan bu konuda kizima ne kotuluk ettim kimbilir" diye uzulmus. Annemin bunlari farketmesi, aslinda farketmekle de kalmayip bugununu, bugunku iliskilerini duzeltmeye calisiyor olmasi beni cok sevindirdi, cok sevindiriyor aslinda, onun adina ve onunla benim, bizim, ailemizin iliskileri adina cok ama cok seviniyorum ve bu nedenle gelecege umutla bakiyorum, onun cabalari beni de yasama bagliyor daha cok. Konusmamiz sirasinda ben de ona "annecim sen de beni yalnizca kizin oldugum icin sev, baska hicbirsey icin degil olur mu?" dedim ve bu istedigimi belirtirken elimde olmadan birazcik da agladim, o da agladi, aglastik iste telefonun iki ucunda, kavga etmeden ama sevgiyle aglastik. Iste bu sevgiyi hissetmek beni bu deniz kiyisinda annesiyle dunyayi kesfeden minik kiz kadar sevindirdi ve ben ilk defa "sevgi"yi gordum bu resimde, annemle bizim sevgi'mizi... Posted by Hello

yaz resimleri...


asagidaki resmin gecen cuma gunku halimi yansittigi dogru, ancak bugun blog sayfami acip da resmi grounce, icime bir fenalik basti. Oysa ki hava guzel, bahar geldi, ve yaz yaklasiyor. Tum sorumluluklarima karsin icimde bir yaz coskusu var, uzun zamandir yasamadigim bir cosku. Bu yuzden bugun neseli resimler koymak istedim bloguma... Bu resmi cok sevdigim, canim Ege kasabalarina benzettim, e yazin da ege bir baska sicak ama o kadar baska da guzel olur. Cok ozledim aslinda yazlari kekik kokan guzel memleketimi... Enjoy :) Posted by Hello