Zaman gercekten cok hizli akip gidiyor.
Burada belki biraz daha hizli.
Bilmem, buraya geldigimde ilk farkettigim seylerden biri olmustu bu, zamanin hernedense turkiye'ye ve daha once bulundugum yerlere gore daha hizli akiyor olmasi. Her an birseyleri biryerlere yetistirme durumunda olmak, insanlarin hep kosusturan halleri, her an acik olan magazalar -hos turkiye'ye son gidisimde farkettim ki orada da oyle artik, hani o eskinin "bugun pazar acik degildir orasi" gibi laflar pek kalmamisti-.
Bu akis yoruyor insani, gun icinde durup, derin bir nefes alip baska biryerlere baska bir zamana, baska baska seylere, hadi baska seyleri unutun sadece kendiyle oldugu bir zaman ariyor insan.
Iste boyle zamanlarda ben kacisi bu parcada buluyorum. Arkama yaslaniyorum, gozlerimi kapatiyorum ve kendimi muzigin akisina veriyorum, o beni nereye gotururse artik...
30 Ocak 2008 Çarşamba
27 Ocak 2008 Pazar
Facia
Dun bir facia yasadik. Tam anlamiyla buyuk bir kaka faciasi.
Selim, babasi ve ben guzel bir cumartesi gecirmek amaciyla once Selim'i akvaryum'a goturduk. Selim cesitli baliklari ozellikle de Jawslari gormekten cok memnun oldu. Arkasindan orya yakin ve oldukca kaliteli ve guzel yemekleri olan turk restoranina gidelim dedik. Yemek sirasinda Selim'in oldugundan daha sakin olmasinin nedeni onu tuvalete goturdugumde anlasildi. Bacaklarina, sirtlarina kadar sulu kaka bulasmisti her tarafina. Mevsim kis, disarisi ekside degilse kesin sifir derece, Selim kat kat giyinmis olmasina karsin en ust katina kadar islak! Ve facianin en buyugu yanimizda ek kiyafet yok! (Ah sumuklu ne bicim annesin sen? oglun iki yasina girmis olabilir ama hala ek kiyafet tasimak zorundasin!)
Icindeki kulotlu corap cikti, atlet niyetine giydigi kisa kollu tulumu cikti, ustundeki uzun kollu tulumu cikti, neyse ki kazagina birsey olmamisti. Ancak bacaklari islak olan tulumunu yine giymek zorunda kaldi.
Restoranin tuvaletinden cikip en yakin magazadan Selim'e kiyafet alip bastan asagiya ustunu degistirdik.
Her an macera hazir yani.
Selim, babasi ve ben guzel bir cumartesi gecirmek amaciyla once Selim'i akvaryum'a goturduk. Selim cesitli baliklari ozellikle de Jawslari gormekten cok memnun oldu. Arkasindan orya yakin ve oldukca kaliteli ve guzel yemekleri olan turk restoranina gidelim dedik. Yemek sirasinda Selim'in oldugundan daha sakin olmasinin nedeni onu tuvalete goturdugumde anlasildi. Bacaklarina, sirtlarina kadar sulu kaka bulasmisti her tarafina. Mevsim kis, disarisi ekside degilse kesin sifir derece, Selim kat kat giyinmis olmasina karsin en ust katina kadar islak! Ve facianin en buyugu yanimizda ek kiyafet yok! (Ah sumuklu ne bicim annesin sen? oglun iki yasina girmis olabilir ama hala ek kiyafet tasimak zorundasin!)
Icindeki kulotlu corap cikti, atlet niyetine giydigi kisa kollu tulumu cikti, ustundeki uzun kollu tulumu cikti, neyse ki kazagina birsey olmamisti. Ancak bacaklari islak olan tulumunu yine giymek zorunda kaldi.
Restoranin tuvaletinden cikip en yakin magazadan Selim'e kiyafet alip bastan asagiya ustunu degistirdik.
Her an macera hazir yani.
Yurttan sesler korosu
Turk sanat muzigi sever misiniz? Ben severim; ozellikle de su cokco dalga gecilern TSM korolarini da severim, sevmenin yani sira ayri bir ani (hatira) degeri de vardir benim icin.
Kucukken biz ben ilkokul dorduncu (bes de olabilir) sinifa baslayinyacaya kadar anneannem ve dedemlerle altli ustlu oturduk. Bu sekilde yasamak anneannemlerin evinde olan (universite, is gibi nedenlerle hepsi surekli olmasa da) uc teyzenin olusturdugu senlikli ortam bir yana, cat kapi ust kata anneannemlerin evine gidisimle onlarin yasam ve ilgilerini ogrenmek acisindan da faydali oldu. Bu ogrendiklerimin kimi silindi gitti ama kimi de benimler kaldi.
Ilkokul ogretmeni emeklisi anneannem ve asker emeklisi dedemin en cok sevdikleri seylerden biri radyo ve televizyondan (o zamanlar ya tek ya iki kanalli televizyonundan) turk sanat muzigi dinlemekti. Dinlemekle de kalmaz azicik hareketli makamlara (hicaz, hisar buselik, nihavend) ve bilinen parcalara eslik de ederlerdi. Ben de bu ortamda bu muzigi ayri bir severek yetistim. Bu nedenle simdi de ozellikle arabesklestirilmemis, saf turk sanat muzigi parcalarini dinlemeyi ve eger biliyorsam eslik etmeyi seviyorum. Nereden mi aklima geldi? Sabah kahvalti hazirlarken bir turk sanat muzigi parcasi soylerken buldum. Birden farkettim ki evde ozel olarak TSM dinlemedigimiz icin Selim belki de bu parcalari birtek benim soyledigim kadar bilecek, ve bu bana cok garip geldi birden.
Bir de simdi aklima geldi, programlar arasinda cikan kanun calan bir kiz vardi. Dedem bana sen de kanun cal kizim derdi. Ben de kanun'u enstruman olarak sevmem bir yana biraz da bu yuzden hem cok calmak isterdim hem de calan kizi -hemen hemen ayni yaslardaydik cunku o zaman- icin icin kiskanirdim.
Hey gidi hey...
Simdi sizi sabah dilime takilan parcayla basbasa birakiyorum:
Kucukken biz ben ilkokul dorduncu (bes de olabilir) sinifa baslayinyacaya kadar anneannem ve dedemlerle altli ustlu oturduk. Bu sekilde yasamak anneannemlerin evinde olan (universite, is gibi nedenlerle hepsi surekli olmasa da) uc teyzenin olusturdugu senlikli ortam bir yana, cat kapi ust kata anneannemlerin evine gidisimle onlarin yasam ve ilgilerini ogrenmek acisindan da faydali oldu. Bu ogrendiklerimin kimi silindi gitti ama kimi de benimler kaldi.
Ilkokul ogretmeni emeklisi anneannem ve asker emeklisi dedemin en cok sevdikleri seylerden biri radyo ve televizyondan (o zamanlar ya tek ya iki kanalli televizyonundan) turk sanat muzigi dinlemekti. Dinlemekle de kalmaz azicik hareketli makamlara (hicaz, hisar buselik, nihavend) ve bilinen parcalara eslik de ederlerdi. Ben de bu ortamda bu muzigi ayri bir severek yetistim. Bu nedenle simdi de ozellikle arabesklestirilmemis, saf turk sanat muzigi parcalarini dinlemeyi ve eger biliyorsam eslik etmeyi seviyorum. Nereden mi aklima geldi? Sabah kahvalti hazirlarken bir turk sanat muzigi parcasi soylerken buldum. Birden farkettim ki evde ozel olarak TSM dinlemedigimiz icin Selim belki de bu parcalari birtek benim soyledigim kadar bilecek, ve bu bana cok garip geldi birden.
Bir de simdi aklima geldi, programlar arasinda cikan kanun calan bir kiz vardi. Dedem bana sen de kanun cal kizim derdi. Ben de kanun'u enstruman olarak sevmem bir yana biraz da bu yuzden hem cok calmak isterdim hem de calan kizi -hemen hemen ayni yaslardaydik cunku o zaman- icin icin kiskanirdim.
Hey gidi hey...
Simdi sizi sabah dilime takilan parcayla basbasa birakiyorum:
24 Ocak 2008 Perşembe
Cop (ustunde iki noktali o ile okunur ;))
Tasimak uzerine kurulu bir hayat yazisini okurken JTB'de gecen gun yine bir cope atarken mutfagimizdaki copluge "ne kadar cok cop biriktiriyoruz su hayatta" diye dusundugum geldi aklima. Tasima, kullanma ve cop olmasi sonunda. Boyle bir dongu icindeyiz iste. Konu dongu degil, konu nasil bu kadar cop biriktirebilmemiz. Kucuk bir kagit, elektrik supurgesinin tozu, bir kalem kapagi, kutular, posetler, plastik siseler, tenekeler, galonlar, cocuk bezleri, pedler, kirilmis bir cd, kiyafet etiketleri vs vs vs... Gidin bakin bakalim copunuze neler bulacaksiniz? Eskiden de bu kadar cok cikarir miydi insanoglu, sanmiyorum? Belki de cevreci hareketlerle yeniden dusunur, buradaki pek cok magazada basladigi gibi yeniden donmeye calisir olduk tekrar kullanilabilir posetlere, filelere...
Yazmak istedigim o da degil aslinda; cop cikarmamizin da guzel bir yani var, yasam! Yasiyoruz ki cop cikariyoruz gibi Pollyannavari ama o kadar da hakli bir cikarim yapilabilir bence. Durup dusunuyorum ornegin su anda kapali durumda olan anneannemin evini, hic cop cikmiyor oradan. Cop cikmayan ya da cok yakinda cikmayacak olan kac ev var mesela?
Bu yazinin anafikri ne diye dusununce coplere dikkat diyorum. Anafikrin anafikri ise cop cikarmanin da mutlu eden bir yani olmasi.
Cok mu karisik anlattim? Burusturup cope mi atmali yoksa bu yaziyi?
Yazmak istedigim o da degil aslinda; cop cikarmamizin da guzel bir yani var, yasam! Yasiyoruz ki cop cikariyoruz gibi Pollyannavari ama o kadar da hakli bir cikarim yapilabilir bence. Durup dusunuyorum ornegin su anda kapali durumda olan anneannemin evini, hic cop cikmiyor oradan. Cop cikmayan ya da cok yakinda cikmayacak olan kac ev var mesela?
Bu yazinin anafikri ne diye dusununce coplere dikkat diyorum. Anafikrin anafikri ise cop cikarmanin da mutlu eden bir yani olmasi.
Cok mu karisik anlattim? Burusturup cope mi atmali yoksa bu yaziyi?
21 Ocak 2008 Pazartesi
Yine yeni yeniden :)
Simdi bu yeni gorunumuyle Sumuklubocek blog reytinglerini alt-ust eder mi diye dusunmekteyim. Bence cok shIk -yumusakcalardan igrenmiyorsaniz tabii ;).
Iste size bir soru. Hadi bakalim:
Iste size bir soru. Hadi bakalim:
20 Ocak 2008 Pazar
KIS...
Yaklasik bes yildir neredeyse mevsimsiz yasamaya alismistik biz. Hos alismis olmamiz mevsimleri ozlemiyor oldugumuz anlamina gelmiyordu. Dallas'ta genel gecer mevsim yaz olup mevsim degisim donemlerinde birazcik bahar, birazcik da kis hissettigimiz olur ama bu "birazcik"lik degisimler ne kiyafetlerimizde ne de aliskanliklarimizda bir degisiklige yol acardi. Oradayken soguk, kis, yagmur, kar ve buz bizim icin buyuk nimetten sayilirdi. Yagmurlu havalari ayri bir severdim oradayken.
Burada araliktan beri guzel bir kis mevsimi hukum surmekte. Oncesinde de guzel, bol renkli -elbette bu renkler sari, turuncu ve kahverengi tonlarinda- bir sonbahar yasamistik. Oncesinde ise bariz bir yaz havasi vardi hatta Selim'in ilk denize -pardon Amerikalilar'in dedigi gibi okyanusa- girme deneyimini bile yasamistik.
Kis diyordum, tum oyunlarini gorme firsati bulduk kisin: yagmurunu, karini, buzunu, ve su andaki soguk ama kuru havasini.
Niye yaziyorum bunlari bilmiyorum ama bu kis benim hosuma gidiyor. Her ne kadar gezmeyi , biryerlere cikmayi cok sevsem de soguk bir gunu evde kitap okuyarak ya da birseyler izleyerek gecirmek ve ayni zamanda Selim'le oyunlar oynamak da sevdiklerim arasinda ilk siralarda yer aliyor.
Kitap demisken, turkiye'de kitapci gezme firsatim olmadi pek ama hizli bir tur sirasinda iki tane roman alabildim. Ayse Kulin'in "Veda" isimli romaniyla Elif Safak'in "Bit Palasi"ni. Turkiye'deki kitaplari takip edemedigim icin bildigim yazarlari okumayi tercih ettim. Bir da malesef az biraz yazar taassublugu vardir bende. Bir yazarin tum kitaplarini okumayi tercih ederim yeni bir yazar kesfetmeden once. Orhan Pamuk, Elif Safak, Paul Auster, bir zamanlar Bukowski, Ihsan oktay Anar, Amin Maulof, Franz Kafka, Ursula K. Le Guin, Tom Robbins, bir zamanlar Herman Hesse, JRR Tolkien ve Virginia Woolf yazdiklarinin %80'ini okumus oldugum yazarlar. Oyle iste bir yazari sevdigim zaman tum eserlerini okumak istiyorum. Elif Safak'in Siyah Sut'u raflardaydi cokca ama belki ozellikle ABD'de post partum (dogum sonrasi) depresyonu hakkinda yazilan cizilenlerin coklugu ve konunun cidden cok medyatik olmasi nedeniyle icimden onu almak gecmedi hic. Bu yazarlardan bahsedince bazi kitaplarini yeniden okumak geldi icimden, bir yandan da cogu kitabimin turkiye'de bir yerde koliler icinde oldugunu dusunmek buruklastirdi icimi.
Turkiye'ye ilk uzun zamanda gidisimde bu olayi bir organize etmem gerekiyor kendime not.
Not: yanlarina bir zamanlar yazdigim yazarlari simdi donup de okuyasim gelmiyor -hani referans olur da okumak isterseniz diye-.
Burada araliktan beri guzel bir kis mevsimi hukum surmekte. Oncesinde de guzel, bol renkli -elbette bu renkler sari, turuncu ve kahverengi tonlarinda- bir sonbahar yasamistik. Oncesinde ise bariz bir yaz havasi vardi hatta Selim'in ilk denize -pardon Amerikalilar'in dedigi gibi okyanusa- girme deneyimini bile yasamistik.
Kis diyordum, tum oyunlarini gorme firsati bulduk kisin: yagmurunu, karini, buzunu, ve su andaki soguk ama kuru havasini.
Niye yaziyorum bunlari bilmiyorum ama bu kis benim hosuma gidiyor. Her ne kadar gezmeyi , biryerlere cikmayi cok sevsem de soguk bir gunu evde kitap okuyarak ya da birseyler izleyerek gecirmek ve ayni zamanda Selim'le oyunlar oynamak da sevdiklerim arasinda ilk siralarda yer aliyor.
Kitap demisken, turkiye'de kitapci gezme firsatim olmadi pek ama hizli bir tur sirasinda iki tane roman alabildim. Ayse Kulin'in "Veda" isimli romaniyla Elif Safak'in "Bit Palasi"ni. Turkiye'deki kitaplari takip edemedigim icin bildigim yazarlari okumayi tercih ettim. Bir da malesef az biraz yazar taassublugu vardir bende. Bir yazarin tum kitaplarini okumayi tercih ederim yeni bir yazar kesfetmeden once. Orhan Pamuk, Elif Safak, Paul Auster, bir zamanlar Bukowski, Ihsan oktay Anar, Amin Maulof, Franz Kafka, Ursula K. Le Guin, Tom Robbins, bir zamanlar Herman Hesse, JRR Tolkien ve Virginia Woolf yazdiklarinin %80'ini okumus oldugum yazarlar. Oyle iste bir yazari sevdigim zaman tum eserlerini okumak istiyorum. Elif Safak'in Siyah Sut'u raflardaydi cokca ama belki ozellikle ABD'de post partum (dogum sonrasi) depresyonu hakkinda yazilan cizilenlerin coklugu ve konunun cidden cok medyatik olmasi nedeniyle icimden onu almak gecmedi hic. Bu yazarlardan bahsedince bazi kitaplarini yeniden okumak geldi icimden, bir yandan da cogu kitabimin turkiye'de bir yerde koliler icinde oldugunu dusunmek buruklastirdi icimi.
Turkiye'ye ilk uzun zamanda gidisimde bu olayi bir organize etmem gerekiyor kendime not.
Not: yanlarina bir zamanlar yazdigim yazarlari simdi donup de okuyasim gelmiyor -hani referans olur da okumak isterseniz diye-.
14 Ocak 2008 Pazartesi
Ocak 2008'de Selim
Selim'i yazamadim uzun zamandir.
Bugun tekrar krese baslamasinin anisina birkac satir yazayim dedim. Anneanne ve dedesi yanimizdan ayrildiktan sonra, bizimle tatil gecirip, Turkiye'deki babaannesini, dedesini, halasini, enistesini, kuzenini (abii abii diye kosturdu hep arkasindan :)), ikinci kusak dayi ve teyzesini (benim kuzenlerim) ve yakin aile dostlarimizi gorup bolca guzel vakit gecirdi ve buradaki eski ama Selim icin yenice olacak olan duzenimize geri dondu. Birazdan babasi alip getirecek kresten ogrenecegiz bakalim nasil bir gun gecirmis. Simdilik uc gun gidecek Selim krese. Diger iki gun ben ve babasi yari zamanli palasiyoruz Selim'le olan zamanimizi. Iyi gider insallah.
Abilere, ablalara (ablayi son a harfinde yumusatan sapka varmiscasina okuyor Selim) da doyup da geldi turkiye'den Selim pasa.
Anlatacak onca sey olmasina karsin yazacagim zaman hep ne anlatayim diye soruyorum kendi kendime. Turkiye'den dondukten sonra ekstra bir anne duskunlugu oldu Selim'de. Her an anne yaninda olsun istiyor, oyuncaklariyla benimle oynamak icin devamli elimden tutup biryerlere -genelde kendi odasina- cekistiyor. Anne, anne, anne diye pesimde devamli.Sadece anne, anne de yetmeyip imeeem, imeem diye de ismimi soyluyor. O da yetmezse en vurucu olani anneeem, anneem diye seslenmesi. Annem'den sonra akan sular duruyor tabii ;). Boyle zamanlarda asagidaki filme benzetiyorum halimizi :))).
Bu ara isimlerimize de takmis durumda. Cani anne, baba demek istemediginde ismimizi soyluyor ben "imeeem", babasi ba'biiin (sebahattin'i ancak bu kadar soyluyor yavrucak :)))). Kendi ismi de "deliiim".
Krese baslamasiyla bu aralar cidden gelismekte olan turkce'sinin yine yavaslayacak olmasi dusunduruyor yalnizca bizi. Masallah yakin zamana kadar soyleyemedigi K harfini de cok guzel cikarmaya basladi bu aralar kedi, kopek, kaka gibi kelimeler cok duzgun cikiyor artik.
Masallah renkleri de tamamen ogrendi son uc-dort haftadir.
Turkiye'de dogumgununu kutladik. Bir mum ufleyisi vardi ki evlere senlik. Teker teker ufledi mumlari, pufledi demek daha dogru olacak aslinda, videosunu koymaya calisacagim.
Turkiye'ye gideriken
Yolda bunlarla oyalandik
Selim'i Bogazici'yle ve Bogazici'nin kedileriyle tanistirdik
Ve 5 Ocak 2008'de 2. dogumgunumuzu kutladik
Bugun tekrar krese baslamasinin anisina birkac satir yazayim dedim. Anneanne ve dedesi yanimizdan ayrildiktan sonra, bizimle tatil gecirip, Turkiye'deki babaannesini, dedesini, halasini, enistesini, kuzenini (abii abii diye kosturdu hep arkasindan :)), ikinci kusak dayi ve teyzesini (benim kuzenlerim) ve yakin aile dostlarimizi gorup bolca guzel vakit gecirdi ve buradaki eski ama Selim icin yenice olacak olan duzenimize geri dondu. Birazdan babasi alip getirecek kresten ogrenecegiz bakalim nasil bir gun gecirmis. Simdilik uc gun gidecek Selim krese. Diger iki gun ben ve babasi yari zamanli palasiyoruz Selim'le olan zamanimizi. Iyi gider insallah.
Abilere, ablalara (ablayi son a harfinde yumusatan sapka varmiscasina okuyor Selim) da doyup da geldi turkiye'den Selim pasa.
Anlatacak onca sey olmasina karsin yazacagim zaman hep ne anlatayim diye soruyorum kendi kendime. Turkiye'den dondukten sonra ekstra bir anne duskunlugu oldu Selim'de. Her an anne yaninda olsun istiyor, oyuncaklariyla benimle oynamak icin devamli elimden tutup biryerlere -genelde kendi odasina- cekistiyor. Anne, anne, anne diye pesimde devamli.Sadece anne, anne de yetmeyip imeeem, imeem diye de ismimi soyluyor. O da yetmezse en vurucu olani anneeem, anneem diye seslenmesi. Annem'den sonra akan sular duruyor tabii ;). Boyle zamanlarda asagidaki filme benzetiyorum halimizi :))).
Bu ara isimlerimize de takmis durumda. Cani anne, baba demek istemediginde ismimizi soyluyor ben "imeeem", babasi ba'biiin (sebahattin'i ancak bu kadar soyluyor yavrucak :)))). Kendi ismi de "deliiim".
Krese baslamasiyla bu aralar cidden gelismekte olan turkce'sinin yine yavaslayacak olmasi dusunduruyor yalnizca bizi. Masallah yakin zamana kadar soyleyemedigi K harfini de cok guzel cikarmaya basladi bu aralar kedi, kopek, kaka gibi kelimeler cok duzgun cikiyor artik.
Masallah renkleri de tamamen ogrendi son uc-dort haftadir.
Turkiye'de dogumgununu kutladik. Bir mum ufleyisi vardi ki evlere senlik. Teker teker ufledi mumlari, pufledi demek daha dogru olacak aslinda, videosunu koymaya calisacagim.
Ayagimin tozuyla...
Neredeyse inanacagim ayagimizin tozunu surdugumuz heryere kar goturdugumuze...
Sessiz sedasiz bir Turkiye gezisi yaptik biz su gectigimiz 10 gun icinde. 31 Aralik gunu ayrilirken buralardan 1 Ocak'ta onca yil sonra (benim icin dortbucuk, Sebo icin bes bucuk) Istanbul'a ayak bastik. Gumrukten gecinceye kadar da hala supheyle bakiyorduk gidisimize.
-Kar konusuna geri donersek, Istanbul'a indigimizin ertesi gunu(ydu sanirim) kar yagmaya basladi, Ankara'ya ugradigimiz gunlerde 7 Ocak gunu orada da kar basladi, simdi buraya geri donusumuzle burada da tipi seklinde kar yagisiyla karsi karsiyayiz. Yani rahatlikla diyebilirim ki omrumde gormedigim kadar cok kar gordum Aralik 2007 ve Ocak 2008'de-
Cok kis sureligine orada oldugumuz icin pek cok yapmak istedigimiz seyi yapamadan, gormek istedigimiz herkesi goremeden donduk buraya malesef. Ama bu kadarcikligina da olsa gidip gelmek iyi geldi hepimize.
Benim gozlemlerim:
* Ilk anda hersey eski ve yipranmis gorundu gozume.
* Her yerde sigara tutturen insanlar vardi, kapali alanlarda bile... uzucu bir ayrinti...
* Kiyafet, ayakkabi, canta vb giyim esyalarinin buraya oranla cok cok fiyatli oldugunu gordum. Oyle olmasina karsin sokaktaki insanlarin sikligi dikkatimi cekti.
* Insanlarin icinde yasarken farketmedigim kadar sicakkanli olduguna sahit oldum defalarca.
Bunlar ilk aklima gelen buyuk farklar. Ama bunlarin disinda insanin cevresinde dostlarinin, arkadaslarinin olabilmesi guzelligini hissettim. Daha once bilgisayar disinda bir baglantimiz olmamasina ragmen Sevgili Kuaybe ile bulusunca taptatli, simsicak bir arkadasligin nasil olabilecegini animsadim sonra. Kisacik da olsa Ankara'a gorustuk onunla ve minik melegiyle; oturduk, sohbet ettik, dondurma yedik, minik melegin arkasindan kosturduk :))), ve ayrildik :((( Ayriligimizi yagan kar susledi. Ben hic bilmedigim Ankara'da evin yolunu nasil bulacagimdan cok, onlarin sorunsuz bir sekilde evlerine ulasmalarini umid ederek ayrildim onlardan. Hediyeleri ve paylastiklarimiz guzel bir ani olarak kaldi simdi bende.
Iste benim hediyem:
Uzun zamandir gormedigim kuzenlerimle, Sebo'nun ailesiyle, Istanbul'daki aile dostlarimizla gorusmek, kiminin sadece sesini duymak bile burada ozledigimiz en onemli seyin bu sicak baglar oldugunu anlamama neden oldu. Bu sanirim bambaska birsey.
Unutamadigim tadlarla bulustum tekrar hamsi, mezgit gibi baliklarla, icli kofte, iskenderle, ev borekleriyle, kokulu meyve ve sebzelerle. Neredeyse sadece bunlar bile Turkiye'ye temelli donme nedeni olabilir gibi geldi bana ;).
Iste boyle... beni merak eden ekmekcikiz hanimcigima ayrica tesekkur ederim ama kisacikligina bir ruyaya dalip geldik biz ;)
Bu arada su anda disarida 25-30 cm'i bulan bir kar var; agaclar masalsi bir kristallige burunmus. Ben de bugun evden calismanin keyfini cikariyorum!
Sessiz sedasiz bir Turkiye gezisi yaptik biz su gectigimiz 10 gun icinde. 31 Aralik gunu ayrilirken buralardan 1 Ocak'ta onca yil sonra (benim icin dortbucuk, Sebo icin bes bucuk) Istanbul'a ayak bastik. Gumrukten gecinceye kadar da hala supheyle bakiyorduk gidisimize.
-Kar konusuna geri donersek, Istanbul'a indigimizin ertesi gunu(ydu sanirim) kar yagmaya basladi, Ankara'ya ugradigimiz gunlerde 7 Ocak gunu orada da kar basladi, simdi buraya geri donusumuzle burada da tipi seklinde kar yagisiyla karsi karsiyayiz. Yani rahatlikla diyebilirim ki omrumde gormedigim kadar cok kar gordum Aralik 2007 ve Ocak 2008'de-
Cok kis sureligine orada oldugumuz icin pek cok yapmak istedigimiz seyi yapamadan, gormek istedigimiz herkesi goremeden donduk buraya malesef. Ama bu kadarcikligina da olsa gidip gelmek iyi geldi hepimize.
Benim gozlemlerim:
* Ilk anda hersey eski ve yipranmis gorundu gozume.
* Her yerde sigara tutturen insanlar vardi, kapali alanlarda bile... uzucu bir ayrinti...
* Kiyafet, ayakkabi, canta vb giyim esyalarinin buraya oranla cok cok fiyatli oldugunu gordum. Oyle olmasina karsin sokaktaki insanlarin sikligi dikkatimi cekti.
* Insanlarin icinde yasarken farketmedigim kadar sicakkanli olduguna sahit oldum defalarca.
Bunlar ilk aklima gelen buyuk farklar. Ama bunlarin disinda insanin cevresinde dostlarinin, arkadaslarinin olabilmesi guzelligini hissettim. Daha once bilgisayar disinda bir baglantimiz olmamasina ragmen Sevgili Kuaybe ile bulusunca taptatli, simsicak bir arkadasligin nasil olabilecegini animsadim sonra. Kisacik da olsa Ankara'a gorustuk onunla ve minik melegiyle; oturduk, sohbet ettik, dondurma yedik, minik melegin arkasindan kosturduk :))), ve ayrildik :((( Ayriligimizi yagan kar susledi. Ben hic bilmedigim Ankara'da evin yolunu nasil bulacagimdan cok, onlarin sorunsuz bir sekilde evlerine ulasmalarini umid ederek ayrildim onlardan. Hediyeleri ve paylastiklarimiz guzel bir ani olarak kaldi simdi bende.
Iste benim hediyem:
Uzun zamandir gormedigim kuzenlerimle, Sebo'nun ailesiyle, Istanbul'daki aile dostlarimizla gorusmek, kiminin sadece sesini duymak bile burada ozledigimiz en onemli seyin bu sicak baglar oldugunu anlamama neden oldu. Bu sanirim bambaska birsey.
Unutamadigim tadlarla bulustum tekrar hamsi, mezgit gibi baliklarla, icli kofte, iskenderle, ev borekleriyle, kokulu meyve ve sebzelerle. Neredeyse sadece bunlar bile Turkiye'ye temelli donme nedeni olabilir gibi geldi bana ;).
Iste boyle... beni merak eden ekmekcikiz hanimcigima ayrica tesekkur ederim ama kisacikligina bir ruyaya dalip geldik biz ;)
Bu arada su anda disarida 25-30 cm'i bulan bir kar var; agaclar masalsi bir kristallige burunmus. Ben de bugun evden calismanin keyfini cikariyorum!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)