29 Nisan 2005 Cuma
bugunku modum
Bugunku modum blog'umun temasina cok uygun: Depressed, I am totally depressed.
Sarkida soyledigi gibi hatunun depresyonda olmanin tek nedeni, unutulmak ya da aldatilmak degil ne yazik ki. Ne yazik ki diyorum cunku icinden cikilmaz hissettigimiz hersey bizi depresyona sokabiliyor ister istemez. Kotu olan da pek cok insanin aslinda tibbi olarak depresyonda olup bunu farketmemesi. Ancak bu konudaki farkindaligim arttikca cevremdekileri daha iyi gozler oldum ve az cok anliyorum simdi cevremde kimlerin bu depresyon zimbirtisindan etkilenmis ya da daha cok etkileniyor oldugu. Ancak Voltaire'in Kandid'de belirttigi gibi "once kendi bahcemizi duzeltelim"
Depresyonu psikologlar ve psikiyatristler soyle tanimliyorlar "Kiside kalitimsal, çevresel ya da hormonal bozukluklar sonrasinda gelisen çökkünlük halidir" (http://www.psikiyatrist.net/depresyon.htm)
Bu aciklama cok hosuma gitti benim "cokkunluk", ingilizcedeki "down" olmayala birebir ayni neredeyse. Neyse iste bugun bu cokkunluk hallerinden birindeyim iste yine. Ancak mutlu oldugum bir konu var bu da severe depression hallerini atlatiyor olmam yani depresyon surekliligini yitirmeye basladi bende. Iyi degil mi? Bugunku cokkunluk halim linkteki "dünyayi verseler umurumda degil seklinde bikkinlik hisleri" tanimina uygunlukta. O kadar umrumda degil ki bu sabah hocamla olan gorusmeme gidemedim, this is not good and I know that. Yapmam gereken sorumluluklar arttikca kafamde bunlari daha da buyutuyorum ve sonunda pratikte yapilabilecek isler kafamda dag gibi buyuyen isler haline geliyor ve bu da kesin bir cokkunluk (bu terimi kesinlikle cok sevdim) hali yaratiyor.
Kendimi toparlamak istiyorum simdi. Bu umarsamaz halden silkinip kurtulmak zorundayim, wish me a luck :)
ilginc bir yazi
Depresyon tedavime baslarken ilac kullanma konusuna supheyle yaklasmistim ben de. Verdigim linkteki yazi (linke ulasmak icin basliga tiklamaniz yeterli) olasi ilacsiz depresyon tedavisi yontemlerinden bahsediyor.
Aslinda gorunen o ki easing depression is not not easy task...
Aslinda gorunen o ki easing depression is not not easy task...
26 Nisan 2005 Salı
24 Nisan 2005 Pazar
bir alinti...
Ce qui éclaire notre vie, ce n’est rien que l’on puisse dire, ou tenir. Ce que l’on dit se tait. Ce que l’on tient se perd. Nous n’avons guère plus de prise sur notre vie qu’une poignée d’eau claire. Nous ne possédons que ce qui nous échappe et se nourrit de notre amour : un arbre dans le songe, un visage dans le silence, une lumière dans le ciel. Le reste n’est rien .
23 Nisan 2005 Cumartesi
Mozart ve Salieri
dun gece yine o'nu gordum ruyamda, yeni evlendi ya; ruyamda o'nun bebeginin oldugunu gordum. O'nun bebegini seviyordum ve bir yandan da o'nun ne kadar mutlu olmus olabilecegini dusunuyordum ve bu dusuncemi annesiyle paylasiyordum. Benim icin mutlu bir ruyaydi. Ancak asil olan ve aci olan, ne kadar umursamamaya calissam da icten ice onu kaybettigimi dusunmek ve bunu kendime itiraf etmekti...
Iliskiler tek tarafli yurumuyor ne yazik ki. "Iliski" kelimesi bile kendi capinda icteslik icerirken, tek tarafli iliskiyi surdurmek mumkun olmuyor.Ne yaparsak yapalim, donup dolasip karsimizdakinin tepkilerine cakili buluyoruz iliskilerimizi. Ve benim de o'nun dostlugumuza karsi yillardir suren umarsizligini kabul etmem gerekiyor artik. Umarsizlik degil belki, belli ki benimle olmak, benimle olan dostlugunu surdurmek istemiyor o. Bunu kabullenmeliyim.
Oysa ki guzel anilar paylasmistik onunla,ya da ben kendimce guzel oldugunu dusunuyorum hep. Ancak simdi dusunuyorum da, belki de benim varligim icten ice onu rahatsiz etti hep, zorunlu bir dostluk oldu dostlugumuz ona ve kucuk bir firsat bulunca birakti hepten herseyi. Ben yazdigim icin cok objektif gorunmeyebilir ama sanirim icten ice "ben"i, benim kisiligimi, dusuncelerimi, yasadiklarimi, ve en cok da basarilarimi kabul edemiyordu o. Oysa ki ben o'ndan beni "basarilarim"la gormesini istememistim hic, boyle bir beklentiye girmemis ve boyle hisstmesin diye hep yasadiklarimi kucultmustum onun gozunde. Tum cabalarima karsin o kendini benim yanimda bir "golge" olarak hissetti ve araya mesafeler girdikce, benim tum arama, mektup yazma, gittigimde mumkun oldugunca o'nunla beraber olma cabalarima karsin o dostlugumuzu terketmeyi tercih etti. Suclama yuklu bir cumle degil bu. O'nu anlayabiliyorum. Ben'den ayri kendini daha mutlu hissedecek belki de, kimbilir... Ve boyle mutlu olacaksa, o'nun mutlu olmasini dilerim.
Acimasizca bir benzetme oldugunu hissederdim eskiden annem bize Mozart ve Salieri yakistirmasini yapardi. Mozart olmak ister istemez bana hem sucluluk verir hem de gizliden bir zafer duygusu yasatirdi ama uzulurdum de ayni zamanda o'nun Salieri olmasina ve isterdim ki o kendi capinda bir baskasi olsun bir Bach olsun ornegin ya da bilmem Dvorjak belki...
Ama olmadi iste, olamadi. Ve simdi Mozart, Salieri'yi terkediyor, ve bundan boyle ruyalari disinda bir daha hicbir zaman yollari kesismeyecek, asla...
Mozart and Salieri
The plot of Rimsky Korskov's Mozart and Salieri is historically inaccurate but none the less makes an interesting and dramatic tale. The year is 1791. Mozart, the young upstart genius, has emerged as one of the most successful and popular composers in Vienna. Salieri, a favourite of Viennese society for many years, now feels threatened by his precocious colleague. Jealous of the success of Mozart, he resolves upon poisoning him. He invites his rival to a meal, during which there is a discussion as to the possibility of genius and crime being united in one mind. Salieri, having heard the Requiem that Mozart had composed at the behest of a mysterious stranger, drops the poison into his glass, and when Mozart withdraws, indisposed but unconscious of the cause, Salieri is plunged into remorse, fearing that his murderous act may signify that he is himself no genius.
After passing each other quietly, Mozart and Salieri each went their separate ways.
Iliskiler tek tarafli yurumuyor ne yazik ki. "Iliski" kelimesi bile kendi capinda icteslik icerirken, tek tarafli iliskiyi surdurmek mumkun olmuyor.Ne yaparsak yapalim, donup dolasip karsimizdakinin tepkilerine cakili buluyoruz iliskilerimizi. Ve benim de o'nun dostlugumuza karsi yillardir suren umarsizligini kabul etmem gerekiyor artik. Umarsizlik degil belki, belli ki benimle olmak, benimle olan dostlugunu surdurmek istemiyor o. Bunu kabullenmeliyim.
Oysa ki guzel anilar paylasmistik onunla,ya da ben kendimce guzel oldugunu dusunuyorum hep. Ancak simdi dusunuyorum da, belki de benim varligim icten ice onu rahatsiz etti hep, zorunlu bir dostluk oldu dostlugumuz ona ve kucuk bir firsat bulunca birakti hepten herseyi. Ben yazdigim icin cok objektif gorunmeyebilir ama sanirim icten ice "ben"i, benim kisiligimi, dusuncelerimi, yasadiklarimi, ve en cok da basarilarimi kabul edemiyordu o. Oysa ki ben o'ndan beni "basarilarim"la gormesini istememistim hic, boyle bir beklentiye girmemis ve boyle hisstmesin diye hep yasadiklarimi kucultmustum onun gozunde. Tum cabalarima karsin o kendini benim yanimda bir "golge" olarak hissetti ve araya mesafeler girdikce, benim tum arama, mektup yazma, gittigimde mumkun oldugunca o'nunla beraber olma cabalarima karsin o dostlugumuzu terketmeyi tercih etti. Suclama yuklu bir cumle degil bu. O'nu anlayabiliyorum. Ben'den ayri kendini daha mutlu hissedecek belki de, kimbilir... Ve boyle mutlu olacaksa, o'nun mutlu olmasini dilerim.
Acimasizca bir benzetme oldugunu hissederdim eskiden annem bize Mozart ve Salieri yakistirmasini yapardi. Mozart olmak ister istemez bana hem sucluluk verir hem de gizliden bir zafer duygusu yasatirdi ama uzulurdum de ayni zamanda o'nun Salieri olmasina ve isterdim ki o kendi capinda bir baskasi olsun bir Bach olsun ornegin ya da bilmem Dvorjak belki...
Ama olmadi iste, olamadi. Ve simdi Mozart, Salieri'yi terkediyor, ve bundan boyle ruyalari disinda bir daha hicbir zaman yollari kesismeyecek, asla...
Mozart and Salieri
The plot of Rimsky Korskov's Mozart and Salieri is historically inaccurate but none the less makes an interesting and dramatic tale. The year is 1791. Mozart, the young upstart genius, has emerged as one of the most successful and popular composers in Vienna. Salieri, a favourite of Viennese society for many years, now feels threatened by his precocious colleague. Jealous of the success of Mozart, he resolves upon poisoning him. He invites his rival to a meal, during which there is a discussion as to the possibility of genius and crime being united in one mind. Salieri, having heard the Requiem that Mozart had composed at the behest of a mysterious stranger, drops the poison into his glass, and when Mozart withdraws, indisposed but unconscious of the cause, Salieri is plunged into remorse, fearing that his murderous act may signify that he is himself no genius.
After passing each other quietly, Mozart and Salieri each went their separate ways.
22 Nisan 2005 Cuma
kirmizi bisiklet
son zamanlarda okuduklarimdan vardigim cikarimlar sunu gosteriyor ki 8-13 yas arasi cocuklarin isteklerinin buyuk kismini bisiklet olusturuyor. Ama oyle siradan bir bisiklet degil; "kirmizi" bisiklet...
bunu ogrenmek beni cok sasirtti, "hic oyle isteklerim olmadi" diye dusunuyorken kendi kendime, bu dusuncemin kocaman bir yalan oldugunun ayirdina vardim. Boyle bir istegim olmamisti cunku benim bir bisikletim vardi, hem de kirmizi :). Ne kadar guzel bir cocukluk ve genc kizlik donemi gecirtti bana kirmizi bisikletim. Bir bisiklet alinmasi dilegimi belirttigimden bisikletimi en son Ada'da birakisima kadar...
Babamin bisiklete binmeyi ogrettigi zamani animsiyorum, birlikte stadyuma gitmeye baslamistik bisiklete binmeyi ogrenmem icin.Hazirlik ya da orta 1 yillarinin bir bahar ayiydi sanirim, galiba hazirliktaki yilimdi, 1990 nisan, mayis, bir bahar ayi olmali. Babam isten aksam ustu bes bucuk alti sularinda geliyordu ve ben o vakte kadar tum gun babamin gelecegi zamani bekliyordum,evde paril paril bir kosede duran kirmizi bisikletime bakarak. Bisiklete ogrenme donemimi (topu topu 4- 5 gun surmustu)buyuk bir mutlulukla animsiyorum, onceleri babamin arkamdan tutarak suruslerim sonra "baba bak suruyorum" diye mutlulukla pedallara sarilisim. Gerci frene basmayi uzun bir sure ogrenememistim, nasil duruyordun sorusuna cok acik bir yanit verebilecegimi zannetmiyorum o yuzden. Bir de zili vardi bisikletimin, duramayacagimi anladigimda, hem zilime basarak hem de "cekilin! cekilin!" diye bagirarak onumu acmaya calisiyordum, ya dusunuyorum da ne komikmisim :))))
sonra bisikletimle anneannemlerin ve bizim yazligimizda gecirdigim gunler, anneannemlerin sitesinde bir arkadas griubum vardi ve tum yazim bisikletim ustunde gecmisti. Diger yazlar bisikletimi, anneannemlerin ve bizim sitemiz arasinda gidip gelirken, aksamusteleri gunbatiminda gezmaya cikarken, ya da kendime, gun batimi izleyip kitap okuyabilecegim bir mekan ararken kullanmistim daha cok, animsiyorum da bisikletimin ustunde o kadar cok zaman gecirdim ki, dili olsa da anlatsa keske... Sanirim beni herkesten cok o daha iyi tanir, cunku ne yaparsam onunla yaptim.
ve universite sinav sonuclarinin belli oldugu zaman da onunlaydim, ogrenmek icin eve sonsuz bir hizla surdugumu animsiyorum, sonra da " e ogrendim de ne olacak simdi, yasamim, sevdiklerimle olan iliskim, iliskilerim ne olacak nasil degisecek?" diye dusunmek icin yine bisikletime bini sahile cekilisim, ve neler neler...
bir de bunu da anlatayim, bisikletimin "kirmizi" olmasinin yanisira onemli bir ozelligi de selesinin cok ama cok sert olmasiydi :))) bu nedenle benden baska kimse binemiyordu ve hatta bu konu o kadar cok dikkat cekmisti ki, animsamiyorum ben mi annem mi ona "coskun" adini takmistik, anlayan anlar ;)
umuyorum tum cocuklarin benim gibi mutlu olduklari bir kirmizi bisikletleri olur...
bunu ogrenmek beni cok sasirtti, "hic oyle isteklerim olmadi" diye dusunuyorken kendi kendime, bu dusuncemin kocaman bir yalan oldugunun ayirdina vardim. Boyle bir istegim olmamisti cunku benim bir bisikletim vardi, hem de kirmizi :). Ne kadar guzel bir cocukluk ve genc kizlik donemi gecirtti bana kirmizi bisikletim. Bir bisiklet alinmasi dilegimi belirttigimden bisikletimi en son Ada'da birakisima kadar...
Babamin bisiklete binmeyi ogrettigi zamani animsiyorum, birlikte stadyuma gitmeye baslamistik bisiklete binmeyi ogrenmem icin.Hazirlik ya da orta 1 yillarinin bir bahar ayiydi sanirim, galiba hazirliktaki yilimdi, 1990 nisan, mayis, bir bahar ayi olmali. Babam isten aksam ustu bes bucuk alti sularinda geliyordu ve ben o vakte kadar tum gun babamin gelecegi zamani bekliyordum,evde paril paril bir kosede duran kirmizi bisikletime bakarak. Bisiklete ogrenme donemimi (topu topu 4- 5 gun surmustu)buyuk bir mutlulukla animsiyorum, onceleri babamin arkamdan tutarak suruslerim sonra "baba bak suruyorum" diye mutlulukla pedallara sarilisim. Gerci frene basmayi uzun bir sure ogrenememistim, nasil duruyordun sorusuna cok acik bir yanit verebilecegimi zannetmiyorum o yuzden. Bir de zili vardi bisikletimin, duramayacagimi anladigimda, hem zilime basarak hem de "cekilin! cekilin!" diye bagirarak onumu acmaya calisiyordum, ya dusunuyorum da ne komikmisim :))))
sonra bisikletimle anneannemlerin ve bizim yazligimizda gecirdigim gunler, anneannemlerin sitesinde bir arkadas griubum vardi ve tum yazim bisikletim ustunde gecmisti. Diger yazlar bisikletimi, anneannemlerin ve bizim sitemiz arasinda gidip gelirken, aksamusteleri gunbatiminda gezmaya cikarken, ya da kendime, gun batimi izleyip kitap okuyabilecegim bir mekan ararken kullanmistim daha cok, animsiyorum da bisikletimin ustunde o kadar cok zaman gecirdim ki, dili olsa da anlatsa keske... Sanirim beni herkesten cok o daha iyi tanir, cunku ne yaparsam onunla yaptim.
ve universite sinav sonuclarinin belli oldugu zaman da onunlaydim, ogrenmek icin eve sonsuz bir hizla surdugumu animsiyorum, sonra da " e ogrendim de ne olacak simdi, yasamim, sevdiklerimle olan iliskim, iliskilerim ne olacak nasil degisecek?" diye dusunmek icin yine bisikletime bini sahile cekilisim, ve neler neler...
bir de bunu da anlatayim, bisikletimin "kirmizi" olmasinin yanisira onemli bir ozelligi de selesinin cok ama cok sert olmasiydi :))) bu nedenle benden baska kimse binemiyordu ve hatta bu konu o kadar cok dikkat cekmisti ki, animsamiyorum ben mi annem mi ona "coskun" adini takmistik, anlayan anlar ;)
umuyorum tum cocuklarin benim gibi mutlu olduklari bir kirmizi bisikletleri olur...
20 Nisan 2005 Çarşamba
yogunum ama....
mutluyum :)
ilginctir ki (icimde hep var olan huzun duygularina karsin, bu arada bu huzun yavas yavas beni terkediyor gibi, heeeeeeey :-) ) bu aralar olaylari oldugu gibi gorup bunlar karsisinda mutlu olmayi becerebiliyorum sanirim.
huzun duygusunun kaynagi bir nostalji vs diye dusunuyorum cogu zaman ama su animdan mutlu oldugum ve kendimden memnun oldugum surece bu huzun beni terkediyor gibi.
guzel bir sey
yani insanin kendini sevmesi ve yasadigi an'dan bugunden, tum zorluklarina karsin, yalnizca kendi secimi oldugu icin mutlu olmasi guzel bir sey.
bu mutlulugu hissetmemdeki onemli bir neden de ara ara okudugum bir kitap. Ve okumalarim sonucunda farkettim ki ben kendi kisiligi olan, sinirlarini bilen, kendiyle olmaktan ve secimlerinden, kotu bile olsalar, pismanlik duymayan ozunde kendine guvenli ve emin ve cok narsist kacacak belki ama kendini seven bir insanim. ne mutlu bana.
ve gecen gun annemle olan bir konusmamizda bu farkindaligimi ona ilettim ve ona ve babama tesekkur ettim, beni yetiskin bir cocuk degil de yetiskin bir birey olarak buyuttukleri icin, ne onemli bir is yapmislar aslinda, takdir edilmesi gereken bir durum. Anneme dedim ki ben ozunde ben olmaktan mutluyum annecim, sagolasin beni bu sekilde yetistirdigin icin...
oyle iste annemi, babami ve kendimi :-) seviyorum ve hepimizin bunu bilmeye ihtiyaci var sanirim.
dedim ya cok yogunum bu siralar ama bir o kadar da mutluyum iste...
ilginctir ki (icimde hep var olan huzun duygularina karsin, bu arada bu huzun yavas yavas beni terkediyor gibi, heeeeeeey :-) ) bu aralar olaylari oldugu gibi gorup bunlar karsisinda mutlu olmayi becerebiliyorum sanirim.
huzun duygusunun kaynagi bir nostalji vs diye dusunuyorum cogu zaman ama su animdan mutlu oldugum ve kendimden memnun oldugum surece bu huzun beni terkediyor gibi.
guzel bir sey
yani insanin kendini sevmesi ve yasadigi an'dan bugunden, tum zorluklarina karsin, yalnizca kendi secimi oldugu icin mutlu olmasi guzel bir sey.
bu mutlulugu hissetmemdeki onemli bir neden de ara ara okudugum bir kitap. Ve okumalarim sonucunda farkettim ki ben kendi kisiligi olan, sinirlarini bilen, kendiyle olmaktan ve secimlerinden, kotu bile olsalar, pismanlik duymayan ozunde kendine guvenli ve emin ve cok narsist kacacak belki ama kendini seven bir insanim. ne mutlu bana.
ve gecen gun annemle olan bir konusmamizda bu farkindaligimi ona ilettim ve ona ve babama tesekkur ettim, beni yetiskin bir cocuk degil de yetiskin bir birey olarak buyuttukleri icin, ne onemli bir is yapmislar aslinda, takdir edilmesi gereken bir durum. Anneme dedim ki ben ozunde ben olmaktan mutluyum annecim, sagolasin beni bu sekilde yetistirdigin icin...
oyle iste annemi, babami ve kendimi :-) seviyorum ve hepimizin bunu bilmeye ihtiyaci var sanirim.
dedim ya cok yogunum bu siralar ama bir o kadar da mutluyum iste...
12 Nisan 2005 Salı
can dundar'in bugunku yazisindan cok anlamli buldugum bir alinti
"Galiba hayattan kayıt sildirdikten sonra ilkin gelip sevenlerinin hafızasına kaydoluyorlar. Bilgisayar gibi değil insan hafızası... Bir tuşluk "sil" komutuyla silmiyor sevdiğini... silemiyor. Emir, ferman dinlemiyor. Hatıralara sarıp saklıyor orada... anıyor, yâd ediyor, "yaşatıyor". Belki hiç unutmuyor ve yanına gidene dek orada koruyor. Belki -5-10 yıl sonra- bir gün "hafızası doluyor", onu silip yerine bir başka ismi yazıyor. İşte insan asıl o zaman "sil"iniyor.
Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız!"
Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız!"
5 Nisan 2005 Salı
a dream
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)