Pages

27 Aralık 2005 Salı

hastayim, hic keyfim yok :(((

Dun sabah bas gosteren bogaz agrisi, bugun hapsirik, oksuruk, sulu burun akintisi seklinde ne oldugunu gosterdi bana.
Bu sabahki doktor kontolumde,
Dr: aaa usuttun mu?!!
Sumuklu: evet usuttum... Bebegime birsey olur mu????
Dr: yok canim olmaz birsey
Sumuklu: ohh iyi o zaman...
(biraz dusunerek)
Sumuklu: ben kendimi kotu hissediyorum ama, yorgun, kirgin ve hastalikli :(
Dr: recetesiz satilan soguk alginligi gidericilerden al bakalim, gecmezse antibiyorik yazarim
Sumuklu: hmmmm, tamam :(
(icinden... yani simdi yazsan olmuyoo sanki!)
yok olmaz, yazmazlar... celiskiler dunyasi bir yandan vitamin ve cesitli ilaclarin reklami yapilir bangir bangir televizyonlarda diger yandan antibiyotik yazmamak icin bin dereden su getirilir.
Oyle ilaclara duskun bir insan degilim ama hamileligin yorgunluguna bir de bu soguk alginligi eklenince hepten kotu hissettim kendimi. Normalde oyle kolay kolay, kotuyum de demem, dedigime, bunu itiraf ettigime gore cidden kotuyum ben. Bir de korkum bugun yarin dogurursam, bu yorgunluka dogurmayi nasil becerecegim korkusu ve de bebegimin hasta bir anneyle karsi karsya olmasini istemiyorum elbette hepten sorun yani :(((
Annemler de gelecekler, birkac saat sonra alacagiz havaalanindan onlari. Oyle kotu bir modda da karsilamak istemiyorum ama hastayim iste n'apiiiim??? Onlar da uzulecek simdi iner inmez.
Hastalanmamin ilk ve tek sorumlusu bu Dallas'in kotu havasi iste :(. iki gun once hava 2-3 derece iken bugun oldu dun oldu 26 derece!!!. Bu kadar degisken havayi baska nerede gorurum bilmem ama yani cidden "beni bu havalar mahvetti".
Ufff, cok da sizlandim galiba ama keyifsizim, hastayim iste...

25 Aralık 2005 Pazar

only 18 days to go....


still pregnant... Posted by Picasa

O 18 gunu bir de bana sorun!!! Hamileligin son gunleri gecmek bilmiyor bir turlu. Bir yandan ailemize katilacak yeni bir bireyin heyecani, diger yandan son gunlerin getirdigi fiziksel va hatta ruhsal yorgunluk bu son gunleri dayanmasi zor bir hale getiriyor.
"Yavas yavs dogum icin hazirlaniyor vucudun" diyor doktor ama bu yavas yavas hali biraz hizlansa pek de fena olmayacak hani.
Garip birsey... tum bu beklentilerden dolayi dogumun olasi zorluklarini vs. icgudusel olarak unutuyor insan yalnizca bebegini eline alacagi gunu dunusunuyor ister istemez.
Bir de bir merak... "Acaba sancilar beni ne zaman yakalayacak" O sirada nerede, ne yapiyor olacagim?" meraki... Bu nedenle, guvenli bir yerde sancilara yakalanmak icin hareketlerimi de kisitladim su siralar, pek evden disari cikmiyor, evde geciriyorum zogu zamanimi. Hos, disariya ciksam da son birkac haftadir bebegin bacak sinirlerime baski yapmasi yuzunden yurumem de bir hayli sancili oluyor ama yine de insan bazen kendini sokaklara atmak istiyor iste.
Dogum icin cok fazla dusunmedim henuz ama sanirim epiduralli normal dogumu dusunecegim. Burada epidural kullanimi cok yaygin, doktorlar zaten normal dogumu tercih ediyorlar, sezeryana turkiyedekinin aksine cok ekstrem durumlarda musade ediyorlar, genel olaral ameliyat olarak goruyorlar sezeryani. Ben de normal dogum istiyorum ama once bu epidural isine uzak durmustum, dogum yaklastikca olabilir diye dusunuyorum simdi.
Salu gunu anne ve babam gelecekler, mutlu ve heyecanliyim gelecekleri icin, kendilerini ozlemem ve dort gozle beklemem yani sira, turkiyeden getirecekleri guzel seyleri de bekliyorum dort gozle. Ozellikle de bebisimize, pek cok akraba, es, dost hatta ilkokul ogretmenim bile birseyler yollamis, onlari bekliyorum bir de heyecanli bir sekilde.
Gecen hafta pazartesi gunu rahmin agzini kapatan sumuksu kapak (?- mucous plug dedikleri sey) dusmustu ve annem telefonda siki siki tembihliyordu "biz gelmeden dogurma sakin!!!" diye, annem gelmeden doguracagimi zannetmiyorum bu gidisle, bir hayli bekleyecegiz pasa bey'i gibi geliyor bana da bakalim, elbette en sagliklisi ne zaman olacaksa oyle olsun.
Ne yapayim, bana da daha da beklemek dusecek bakalim.
Hala hamile bir sekilde, bekliyorum, beklemedeyim...

24 Aralık 2005 Cumartesi

Kucuk bir mola... Sikildim iste n'apiiim????

You Belong in London

A little old fashioned, and a little modern.
A little traditional, and a little bit punk rock.
A unique woman like you needs a city that offers everything.
No wonder you and London will get along so well.

20 Aralık 2005 Salı

Happy Holidays...


buralarda esen Christmas havasindan bir kare... Posted by Picasa

miskin'lik....


"miskin"lik... Posted by Picasa

Bugunlerde bir miskin haller icindeyim, calismasina calisiyorum ama ruhum miskin... Yazmak bile gelmiyor icimden :(((

16 Aralık 2005 Cuma

uyku biraz uyku... tum istedigim buydu

Uykuya duskun bir insan olmadim hicbir zaman. Kucukken sabahlari altida kalkmalarimi animsiyorum. Cumartesi ya da pazar gunuyse eger tek yada topu topu cift kanalli gunlerimizde tv karsina oturur cizgi film izlemeye baslardim, anne ve babam bilmem kacinci uykularindayken. Sonra sikilir, ust kata anneannemlere cikar, once anneannemle dedemi uyandirir sonra da onlarla bir guzel ilk posta kahvaltimi yapardim. Ilk posta diyorum zira ikinci postayi anne ve babam uyandiginda sanki hic kahvalti yapmamais gibi onlarla sofraya oturdugumda yapardim :))) dolayisiyla az bucuk tombik bir cocuktum.
Sonralari bu erken kalkma aliskanligim devam etti hep. Ornagin istanbul'da yasadigim yillarda avrupa yakasindaki universitemde sabah 9 dersini yakalamak icin anadolu yakasindaki evimden saat 6'da cikmak icin uyanmak hic dokunmuyordu bana.
Ne zaman ise basladim uyku yasam sozlugume giriverdi iste, o gun bu gundur uyumak yasamimdaki oncelikler arasinda yer aliyor.
Ama bu siralar oyle saatlere bagli olmadigim halde, uyuyamiyorum pek, uyumak istiyorum oysa ki. Biricik'im aramiza katilmadan soyle doyasiya bir uykumu alsam diyorum. Ama nasil bir sorumluluktur ki bu, buyuyen -hatta simdilerde aynaya baktigimda patlayacakmis hissine kapildigim- karnim dolayisiyla bir turlu uygun uyku pozisyonumu yakalayamiyorum ben :(((. Sirt ustu yatiyordum uzun zamandir, ama bel agrisi basgostermeye basladi ne yazik ki, hatta oyle ki bazen yurumem bile agrili olabiliyor su siralar, yan yatsam sevgili bebesim, hemen kipirdanmaya basliyor, ben de onun rahatsiz oldugunu dusunerek pozisyon degistirmek zorunda kaliyorum ve pozisypn degistirme durumu sabaha kadar suruyor. Tahmin edilebilir ki boyle durumda sooooyle deriiiin bir uykudan sozetmek mumkun degil. Olsun, bebisim rahat olsun da gerisi cok onemli degil simdilik.
Aslinda bugune dek rahat bir hamileligim oldu, oyle bulanti, yorgunluk, heryerde uyma halleri falan hissetmedim pek, ama bu son ayda yavas yavas hamilelik yorgunlugu basgostermeye basladi iste. Bu sekilde doguma hazirlaniyor insan, oyle ki dogumu ister hale geliyor sanirim.
istiyorum tabii, biricik'imi saglikli bir sekilde kucaklamak, opup koklamak istiyorum.
Hadi ama cik oradan :))))

6 Aralık 2005 Salı

sumuklu'den...

Bugun bloguma baktigimda dort gundur yazmiyor oldugumu farkettim. Bu kadar ara vermek aslinda bir nevi kendimi ihmal ettigim dusuncesine itti beni. Kendimi ihmal ediyor gibi hissettim cunku bu online gunlugu yazdigim dakikalarda aslinda bir nevi kendimle konusuyor, icimdeki "ben"i dinliyorum. Yazmayinca ise iste bu icimdeki "ben" kenera itilmis, onemsenmemis hissediyor ister istemez.
Iste bugun bu duygularla oturdum bilgisayarin basina. Kendimi dinleme amacli, "ne istiyorsun sumuklu?" diye sormak icin...

Sumuklu bugunlerde cok sabirsiz. Bir yandan bebisinin karninda oldugu bu son anlarin kiymetini bilerek kendini calismaya vermek istiyor, bir yandan da dokuz ayin cok uzun bir donem oldugunu dusunerek, "hadi artik ciksa hani bu bebis" diye dusunuyor. Arada sirada gordugu ruyalarin da bu sabirsizlikta payi buyuk tabii. Gecenlerde okudugu bir yazida her hamilelikte bu tip ilginc ruyalarin goruldugunu ogrenince bozuldu biraz sumuklu "yoksa ben ozel degil miyim" diye ama bu tip benzerliklerin bir yandan da herseyin normal seyrinde gittigine isaret ettigini dusunup rahatladi tabii.

Kendi dogdugu ay oldugu icin olsa gerek sumuklu "aralik" ayini cok sever. Sozlugunde "mutlu araliklar" diye bir kalip vardir onun. Ne olursa olsun aralik ayi bir sekilde mutlu olmak icin bir sebeptir ona gore. Burada o mutluluk havasini daha da hissetmenin guzelligini yasiyor bu siralar. Yaklasan Christmas donemiyle birlikte canlanan ortam onun "mutlu aralik" konseptine uygun kareler yasatiyor etrafinda. Her ne kadar Amerikalilarin hersey gibi bu noel konusunun da cilkini cikardigini, alisveris cilkginligiyla donattigini dusunse de ister istemez bu havadan alamiyor kendini sumuklu.

Sumuklu bir de bu aralar annesiyle guzel bir donemi paylastigi icin cok mutlu. Cok uzaklarda da olsa annesi, su siralar daha sik gorusuyorlar ve eskiye nazaran sanki daha saglikli iliskiler icindeler. Daha acik konusabiliyorlar birbirleriyle, birbirlerini daha saygili dinliyorlar, ve en guzeli annesi tarafindan cok onemsendigini ve sevildigini daha bir hissederek anliyor sumuklu. Bu da ona ayri bir ic huzuru veriyor elbette. Bugune dek bir turlu yakalayamadigi bir ic huzuru... Cok da emin olmaktan korktugu icin yine de dikkatli yaklassa da bu duruma, bu huzurun surmesini bir sekilde kirilmamasini umuyor icten ice.

Iste boyle durup onu dinleyince, gecen seneki aralik ayindan daha mutlu bir sumuklu goruyorum ben aslinda. Umuyorum bu dingin mutlulugu koruyabilir daha uzunca bir sure.
Ha bu arada unutmadan, sumuklu size de mutlu araliklar dilememi istedi: "Mutlu Araliklar" oyleyse...

2 Aralık 2005 Cuma

Bugün benim doğumgünüm...


 Posted by Picasa

Bugun 2 Aralik 2005; benim dogumgunum. 1978 yilinin 2 Aralik gununde, bir cumartesi aksami saat 10 sularinda sevgili annem buyuk sancilar cekerek beni dunyaya getirmis. Zor bir dogummus onunkisi, tek cocuk olmamin yegane sebebi...

Dogumgunum... Ne gibi duygular yasayacagini bilemiyor insan. Bir yandan bu gunde kendini ozel hissetmenin getirdigi mutluluk, diger yandan aslinda yaslaniyor, yillarin gelip geciyor oldugunun farkindaligi.

Yasam bizlerin bakis acisina bagli olarak gelisiyor aslinda. Biraz once yatakta debelenirken bunu dusundum, simdi uzulmeli miyim, sevinmeli miyim diye sorarken kendi kendime aslinda uzulmenin cok anlamsiz oldugunun ayirdina vardim.

Yeni bir yas... yeni bir yas, gecirdigim tum yillarin yasamin tum zorluklarina ragmen var olan guzelliklerini de takdir etmemin bir sebebi olmali dedim sonra. Yasadigim, soluk aldigim, saglikli oldugum, sevdiklerimle paylastigim, sevdigim, sevildigim, mutlu oldugum zamanlari; bugune dek, yillar boyunca biriktirdigim beni "ben" yapan olaylari, insanlari ve degerleri takdir etmek ve her ne olursa olsun tum yasadiklarima gonul rahatligiyla bakip, "iyi ki varim" demek icin kucuk degil, buyuk bir sebep belki de.
Yaslaniyorum diye uzulmek yerine boyle bir bakis acisi dogumgunlerini, benim dogumgunumu daha bir farkli ve anlamli kildi iste bugun, bu sabah, su an.

2 Aralik 2005... kendimle birlikte icimdeki "can"la daha da anlamli olan bir dogumgunu. Yeni yasimi, yasamin getirdigi bu "guzellik" ile paylasiyor, ve daha da cok paylasacak olmanin verdigi heyecanla guzellesen bir dogumgunu. Duygularimin, dusuncelerimin, kendi kendimin farkindaliginin artmasiyla degerlenen bir dogumgunu. Sahip olamadiklarimla degil, sahip oldugum aci - tatli hersey icin sukran duygularimin arttigi bir dogumgunu. Yasami iyi-kotu tum getirdikleriyle daha siki kucaklayabildigim bir dogumgunu.

2 Aralik 2005... Bugun benim dogumgunum :)))

30 Kasım 2005 Çarşamba

dun beklenen oldu...

dun beklenen oldu...
Bu kadar motivasyonsuzlugun, calisamamanin ic huzursuzlugu getirdigi bir durumda, sonunda hem komite baskanimdan, hem de komitemde olan bolum baskanimizdan okkali azarlar issittim tezimin geride kaldigina dair. Neye yetisiyoruz onu anlamiyorum bu arada, doktorada pek cok bolumde cok da suyunu cikarmamak sartiyla istedigin zamanda bitirme gibi bir rahatlik varken bizim cok sevgili hocalarimiz hemen sutlama pesindeler nedense.
Nedir bu adamlardan cektigim?
dun adamlar bana soylenirken icimden bir an bagirip, hocanin kapisini carparak odadan arkama bakmadan cikmak geldi. Bir film karesi gibi gecti onumden. Bugune kadar hic gundeme getirip kullanmadim ama icimden "hamileyim ulan, anlamiyor musunuz, ne diye ustume geliyorsunuz" diye sirret sir sekilde bagirmak, bolumun altini ustune getirmek geldi iste. Delilik damarim tuttu ama, amma velakin yapamadim. Attim icime iste, yuttum her soylenileni.... Aralik ayini cok daha verimli gecirerek kaybettigim zamani kompanse edecegimi soyledim misterlara. Ve ciktim odadan, aglasam mi, bagirsam mi haykirsam mi bilemeden oylece eve attim kendimi. Ve yorgani cekip yattim tabii. Birsey degil, korkuyorum tum bu sikinti ve stresten dolayi erken dogum yapacagim diye (ammaan tahtaya vurun dostlar). Cidden bir sure bir kasilma hissettim dun rahmimde. Bilmiyorum bu Braxton- Hicks kasilmasi miydi yoksa stres kaynakli birsey miydi, hiiiiiic bilmiyorum ama canim sikildi iste.
Bir yandan hocalarim, bir yandan kocam, bir yandan oglisim... Hayatimdaki erkekler beni uzuyorlar bu aralar iste (ama yine de ben biricik'imi, oglisimi onlardan ayri tutuyorum, onun varligi bana guc veriyor ve sirf onun varligi nedeniyle dunyadaki hicbirsey, hicbir sikinti umurumda degil aslinda, yeter ki biricik'im iyi olsun)...

24 Kasım 2005 Perşembe

Sukran gunu


sukran gunu Posted by Picasa

Her Kasim ayinin son persembesi Sukran gunu olarak kutlaniyor burada. Persembe, cuma ve arkasindan gelen haftasonu bir tatil havasinda geciyor boylece. Amerikanyalilar (bu da benim uydurmam iste) icin onemli bir gun sukran gunu. Bu gunun bir hafta oncesinden (ya da birkac hafta mi demeliydim) basliyor hazirliklar. Bir hafta oncesinde TV kanallarinda sukran gunu hazirliklari dizilerin ana temalarinin sukran gunu olmasiyla basliyor da ileriki zamanlarda Martha ve Oprah showlarda hindi ve bilumum tariflere kadar devam ediyor. Ozellikle bu gunde aile ile birlikte olmak cok onemli. O gun tum aile birlikte hindili sofra basinda yeme icme ve aksaminda Amerikan futbolu dolu bir gun geciriyorlar. Cevremizdeki pek cok Amerikali arkadas, hoca vs. simdi aileleriyle birlikte olmak icin terkettiler her zaman bulunduklari mekanlari. Insanlarin aileleriyle birlikte olmasindandir sanirim, biz uzaktakilere, sukran gunu ayri bir huzunlu geliyor. Ben de bu gunde ailemin oldugu kocaman bir sofra basinda bulusmayi umud ediyorum ama dort senedir henuz yasayamadim bunu. Bize sukran gununden geriye bir tek "ozlem" kaliyor.
Bugun bir degisiklik yaptik, ve buradaki arkadaslarla bulustuk kahvalti- ogle yemegi tarzi bir toplantida. Hasbelkader birbirimize aile olmaya calistik, iyi de oldu sanki, diger herkesin mutlu oldugu bu aile gununde biz de bir nevi aile ortami olusturmaya calistik kendimizce. En azindan bir teselli'miz oldu ;).
Sukran gunu en eski Amerikan geleneklerinden biri. Mayflower gemisiyle Amerika'ya ilk gelen gocmenlerden bir grup ilk yil bu yeni topraklarda cok buyuk zorluklarla karsilasiyorlar. Hastalik, yetersiz beslenme vs. gibi nedenlerden ilk gelen 110 kisilik gruptan bir senenin sonunda 50 kadar gocmen kaliyor yalnizca. Bu arada bu gocmenler kizilderililerle karsilasiyorlar. Bir kizilderili onlara bu kosullarda nasil yasayabileceklerini, yeni dunya bitkilerini, hangi bitkilerin yenilebilir, hangilerinin zararli- zehirli oldugu, ve cesitli tarim teknikleri ogretiyor (bu tarim tekniklerinden birisi bitkilerin koklerine olu balik serpme ve bubaliklarin bir cesit gubre seklinde kullanilmasi ornegin). Bu ogrendikleri sonucunda ikinci senede gocmenler bol verimli bir hasat mevsimi geciriyorlar, cevreyi taniyorlar ve yerlesmeleri icin kendilerine cok daha uygun sartlar kuruyorlar. Bunun sonucunda bir gunu verdigi nimetler karsiliginda kizilderililerle birlikte kutladiklari, Tanri'ya sukranlarini iletecek bir gun olarak kutlamaya basliyorlar. Benim bildigim basit sukran gunu tanimi boyle. Isin ironisi ise kizilderililerle ilgili olan kismi, bir zamanlar gocmenlerin Amerika kitasina yerlesmelerini saglayan kizilderililer gel gor ki yine bu insanlar tarafindan yokediliyorlar. Elbette bu gunlerde isin bu kismi hic konusulmuyor ama dusunmemek elde degil.
Ne diyelim, bu topraklarda yasayan bizlere de "happy Thanksgiving" demek kaliyor...

22 Kasım 2005 Salı

Castanea sativa

Kestane Ye

Tarif bloglari arasinda yapilan etkinlikte Aralik ayi (yilin son, mahsun bir o kadar da guzel, dogum gunumun oldugu, benimmm ayim ;))icin cok sevdigim bir bitki (yiyecek, meyve???) olan kestane secilmis. Her ne kadar bloglardaki bu guzel tarifleri yapamasam da, dikkatle okuyor ve "birgun" yapmayi umarak sakliyorum.
Yalniz bu hamilelik donemimde kestane ayri bir guzel ve cekici geldi bana. Buralarda hala havalarin nispeten sicak olmasindan midir nedir, henuz kestanye sativa'yi goremedim etrafta. Gorur gormez alip kestane kebap yapmayi ve oglusuma annesini karninda bu muthis yiyecegi tanitmayi planliyorum.
Kestane denilince annemin "kestanye sativa"si aklima geliyor; kestane bitkisinin latince adiymis kestanye sativa. Annemin boyle ilginc kelimeleri vardir gunluk hayatta kullandigi, meslegi dolayisiyla bunlari bilen annem gunluk hayata da tasir bu bilgisini, yoksa ben nereden bilecektim kestanenin latince ismini... Ama komiktir ki ben de kestanye sativa diyorum bu cok sevdigim yiyecege (bu arada yiyecek, meyve ve bitki arasinda donup duruyorum; farkindayim).
Neyse, diyecegim odur ki tarifleri dort gozle bekliyorum, resimlerine bakmak bile beni yeteri kadar mutlu edecek sanirim :))).

20 Kasım 2005 Pazar

ornek almali...

"Durgun su, saflığını yitirir ve soğukta buz tutar. Tıpkı faaliyetsizliğin aklın gücünü zayıflatması gibi..."

"Dolu dolu yaşanmış bir gün iyi bir uyku getirir. Dolu dolu yaşanmış bir yaşam da huzurlu bir ölüm getirir."

Leonardo da Vinci

17 Kasım 2005 Perşembe

nihayet...

Nihayet soguklar basladi :)))
Iki gundur soguyan havalarla birlikte agzim kulaklarimda geziyorum desem yeridir. Dun ornegin gunduz 3 derece civari idi ve ben hamileligin de verdigi hormonal dopingle evin icinde bir sure t-shirtle gezme becerisini gosterdim, sogugu icime ceke ceke, keyfine vararak yasamak istiyorum cunku. Ayrica kesinlikle "kis geldi" diye bir tahminde de bulunamiyorum ne yazik ki, cunku yine bogle soguk birkac gunun ardindan 28 dereceleri bulan o sicak gunler gelmisti. Guvenim kalmadi benim bu havalara, ne bicim memlekette yasiyoruz anlamadim vesselam...
Bu arada dun aksam hocama birseyler yolladim, bunun icin nihayet diyemiyorum ama cunku biliyorum ki yazdigim seylerim kalitesi cok dusuk :P. Adam, sali gunu bakip cevap yazarim sana demis, sali gunune de problemi erteledim sanirim ama elbette icim rahat degil cunku biliyorum ki yaptigim problemi cozumlemek degil, ertelemek. Ertelenmis problemler kokunden cozulmedigi surece gelir beni bulur.
Universite mezuniyetimde de boyle sarpa saran bir problem yasmistim. Birgun, okuldan cikisimi alip ogrenci islerine gittim diplomami alabilmek icin (diplomami diploma toreninde almamistim cunku yine depreson hallerinden-depresyon halleri oldunu simdi simdi anlayabiliyorum- mezuniyet torenine katilmamistim). Kayit islerinde bana diplomamin olmadigini ve bir dersten kalmis gorundugumu soylediler; nasil bir sok(!!!) anlatamam... Oysa ki ben cok emindim ki o dersten kalmamistim. Apar topar dersin hocasini bulmaya gittim, gel gor ki yurt disinda konferansta imis, bolum sekreterinden bir sekilde birseyler ogrenmeye calistim, notlarin verilmesiyle ilgilenen kisiyi buldum. O kisi notlari bulamadi ama bu konuya bakacagini ve ogrenci islerini haberdar edecegini, bu isin iki hafta kadar surebilecegini ve diplomami da gelecek iki ay icinde alabilecegimi soyledi... O iki ay benim ertelemelerimden dolayi iki yil oldu... O gunden sonra korkumdan uzunca bir muddet (iste iki yil kadar :P) okula gidemedim, aslinda biliyordum gectigimi ve diplomamin beni bekliyor olacagini ama icimdeki o acaba sorusu ve okulda olasi yasayabilecegim problemler beni iki yil kadar bu konudan uzak tuttu. Ve ben sirf bu korkumdan, gereksiz endiselerimden dolayi girdigim islerde diplomami geciktirmek icin elimden geleni yaptim, sorunu cozmek yerine gunluk cozumler buluyordum iste ve bu gunluk cozumler eninde sonunda benim basimi agritiyordu.
Iste bu olaydan aslinda ibret almam gerekirken hala bu tip gecici cozumler cekici gelebiliyor, sonuclarini bile bile bu yola girmek, hatta girecek olma olasiligi bile sinirimi bozuyor, canimi sikiyor aslinda.
Iste bana degistirmem gereken birsey daha :(((.

14 Kasım 2005 Pazartesi

haftasonummm...

haftasonum yine stres icinde gecti... elbette ki ders calismak zorunda olmak ve calisamamak arasinda gidip gelen ben yine iki gunu bilgisayar basinda calismaya calisarak ama elde hicbirsey olmadan bilgisayarin basindan kalkarak gecirdim :(((. i Toplasam topu topu 1 sayfa single space yazi ancak yazmisimdir (1 sayfa cok iyimser oldu, 2/3 sayfa demek daha bile dogru :P). Bu zorunluluk ve sonucunda birsey yapamama o kadar cok sikti ki beni yine haftaya dinlenmeden ve umutsuzlukla basladim. (Bu umutsuzlukla basladigim bilmem kacinci hafta...)
Haftasonun tek iyi tarafi cumartesi aksami yeni tanistigimiz arkadaslarla borders'a kahve icmeye, sohbet etmeye gidisimiz vs oldu. Kafa dengi, muhabbet bir cift gibi duruyorlar, yeni dort aylik kurabiye cinsi yenilesi bir bebekleri de var, bebek sohbetimizin cogu kisminda uyudu ama ayrilmadan once onu yeter kadar mincikladim sanirim.
Pazar gunu yine monoton bir sekilde ben bilgisayara bilgisayar da bana bakti iste, oylece bakistik. Bir ara annemlerle konustum skype'den... Annemlerin de bilgisayar almasi cok iyi oldu, artik rahat rahat kontur bitecek derdi olmaksizin konusabiliyoruz. Ayrica cok da anlik olaylara tanik olabiliyorum boylece, komsu ya da apartman gorevlisi ugrar kapiya, sesleri duyulur..., anneannem telefon eder, sesleri duyulur, yemek yanar, apar topar annem ya da babam yemege bakmaya gider vs vs. telefonda bunlari yakalayamiyor insan, iyi oldu bu is hem de cok iyi.
Annemler yine doguma yakin, sanirim ocak sonu gibi gelecekler buraya, iyi olacagini dusunuyorum, ozellikle de bebek bakimindan hicbirsey anlamayan benim icin. Gerci annemin de bu konuyu ne kadar iyi bildiginden supheliyim ama (zira kendisi yalnizca bir bebek buyutmus, buyuturken calismis ve sonra da senelerce etrafimizda pek yakin bir bebek olmamis durumda) "anne" oldugu icin cok daha tecrubeli oldugunu zannediyorum. Yani ne olursa olsun bu konuda guvenim tam ona ;).
Artik bu konuda kesin kafayi kirdigimi dusunecegim ama haftasonumu bunaltan bir diger sey yine mevsim normallerine gore asiriiiiiiii SICAK olan Dallas havasiydi. Burasi genelde ilik bir kis geciriyor ama yine de normalde kis eylulde baslardi yavas yavas, cumartesi 25-28 derece civari olan hava dun yine 28'de peak yapti. Sicak cok sicak ve bunaltici bir gundu...
****************************************
Bugunumu verimli gecirmeyi umid ediyorum........... ****************************************

12 Kasım 2005 Cumartesi

yorgunum sanirim...


 Posted by Picasa

zamanimi resimdeki gibi grafikler yaparak ya da yagliboya resim yaparak, yavas ama zevk aldigim bir sekilde gecirmek istiyorum.
yavas yavas, zevk alarak...

salep buldum benimdir...


.. Posted by Picasa

Birkac gunder beri hayat can hasta... Oyle buyuk birsey degil, grip olmus durumda hani ses kisikligi ve kuru oksurukle birlikte olan. Pek bulasici gibi degil o yuzden benim icin bir risk olusturmuyor yoksa bicirigimla ben ondan uzak durma konumunda kalacaktik...
Neyse ona sicak birseyler yapma niyetiyle dolaplari karistirirken turkiye'den gelen ihlamur, adacayi vs gibi bitki caylarinin yaninda ne zamandir orada duran ama benim tamamiyle unutmus oldugum salep ilisti gozume... Ne buyuk bir mutluluk :))) kucukten beri bilimum sut mamullerine tutkun olan benim icin (kaymak haric, ozellikle de sutun ustundeki kaymagi dusunmek bile tuylerimi diken diken etmek icin yeterli) ne muthis bir hazine oldu anlatamam. O aksam hayat canla birlikte, ustu tarcinli mis kokulu salep ziyafeti verdik kendimize...
Ondan beridir de aklim salepte... Birazdan, havadaki kapaliligin verdigi etkiyle yine kendime salep yapacagim. Bunu dusunurken lise anilarim canlandi gozumde. Guzel bir arkadas grubumuz vardi lisedeyken; soyle toplandik mi 8-10 kisi edecek cinsten. Bazen o soguk kis gunlerinde hep birlikte dersaneden ciktiktan sonra o kucuk Ege sehrinin pek az olan alternetifleri arasindan "salep icmeye gidelim"i secer, cok da merkezi bir yerde olmayan ama otantikligini korumus o pastaneye giderdik. Yalnizca saleple kalinmazdi tabii, isteyen bozayla eslik eder, yaninda bilimum kurabiyeler ve tatlilar girla giderdi. Tum o universiteye hazirlanma stresi altinda bizim icin ne guzel kacamaklardi onlar. Sonra bir de muhabbet ederdik ki donup dusundugumde neler konusuyor oldugumuzu animsamiyorum bile ama derin muhabbetler olurdu bizimkisi. Guzel insanlarin oldugu guzel bir arkadas grubuydu, simdi herkes baska biryerlerde... Geriye donup baktigimda o yillari cok buyuk bir keyifle aniyorum. Hani sorsalar hayatinizda hangi yila geri donmek isterdiniz diye eminim ki o yillari secerdim hic tereddut etmeksizin...
Neyse, cok uzatmadan lafi ben ve bicirigim, biz, kendimize bol tarcinli bir salep yapip, keyfine varalim...

9 Kasım 2005 Çarşamba

kimin yazisi oldugu konusunda kuskuluyum ama...

Arada sirada Can Dundar'a ait oldugu soylenen emailler aliyorum. Bunlarin kimi gercekten yazara aitken, kimi yazilarin can dundar ile uzaktan yakindan ilgisi olmayabiliyor (bunu yazarin kendisi de gerek kosesinde gerekse bazi tv programlarinda belirtti). Bu nedenle buldugum her Can Dundar yazisina (kendi kosesinde yazdiklari disinda tabii ki) supheyle bakar oldum.
Iste yine boyle bir yazi geldi, yazilan herseyi cok paylasmasam da bana seslendigi kisimlar da var. Herkese bir sekilde seslenen bir yazi oldugunu dusundugum icin burada paylasmak istedim. Siz de benim gibi kendi payiniza dusun kismi alin ;)
*************************************************************************************
Henuz 18 ini yeni bitirmiştin, enerji ve umutla dolu hayata
başlamaya hazırdın... Ne oldu? İstemediğin bir okula girdin. İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak, sevilmek için... Sevmediğin bir bölümde senelerini harcadın....
Ayaklarını sürüye sürüye gittin derslere... Çalışmak istemedin ama yine de zorladın kendini... Güç bela bitirdin sonunda... Ne ailen, ne de arkadaşların görmedi yaptığın fedakarlığı... Alkışlamadılar seni, omuzlarının üzerine çıkarmadılar, madalya takmadılar... Enerjin çoktan tükenmeye başladı bile... Kimse bilmez nasıl kendini feda ettiğini... Ruhunu teslim ettiğini... Gençliğini tükettiğini...
Şimdi iş bulman gerek...Para kazanman, araba alman, ev alman gerek..... İstemediğin bir işe girdin... Böyle olması gerekiyor diye... Sırf çevrendekiler bekliyor diye... İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak, sevilmek için... Sabahın köründe gidiyorsun işe...Sevmediğin insanlar ile gününü harcıyorsun... Heyecan duymadığın işlerle zamanını geçiriyorsun...Yarının gelmesinden nefret ediyorsun...
Sevildiğini hissettin mi peki? Ya saygı? Bitti mi insanların istekleri? Özgür müsün artık? Hayır hala özgür değilsin...Şimdi evlenmen gerek... Öyle ya yaşın geçiyor, evde mi kaldın ne? Arıyorsun etrafında uygun birisini, artık evlenmeliyim diyorsun...Acaba gerçekten istiyor musun? Sana uygun birisini buldun işte, boyu boyuna, mesleği mesleğine, parası parana göre...Peki ya kalbin?
Düğününden bir gece önce sessizce itiraf ettin kendine, ya doğru kişi değilse? Belli ki hazır değildin bu evliliğe... Evlenmek için evlendin... İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak, sevilmek için...Mutlu oldun mu peki? Kalbin heyecanla doldu mu? Akşam eve koşarak döndün mü? Sevildiğini hissettin mi? Seviştin mi tüm varlığınla?
Daha evleneli bir sene dolmadı, insanlar çocuk demeye başladılar... İstedin mi gerçekten bir çocuk sahibi olmayı? Hazır mısın bir canlıyı yetiştirmeye?
Söyle bana ne verebilirsin bu küçük insana? Hayatı kendi gözlerinle hiç yaşadın mı? Ne istediğini biliyor musun? Ya istemediğini? Hiç risk aldın mı?
Sen hiç kendin için bir şey yaptın mı? Çocuğun bir gün sorarsa
Özgürlük Nedir? Ne cevap vereceksin? Sen hiç özgürlüğü yaşadın mı?
Evliliğinde problemler yaşıyorsun... Sevmediğin bir insanla cehennemi paylaşıyorsun... Boşanmak fikri kafana gelip gelip gidiyor...
cesaret edemiyorsun... İnsanlar ne der diyorsun... Gene kendi duygularının üzerine
bir duvar örüp başka insanlar için evliliğinde kalıyorsun....
Fedakarlığını gören biri var mı? Yaşadığın ızdırabı senin gibi yaşayan?
Korkuların seni hapsetmiş, her geçen gün etrafına bir duvar daha örüyorsun.
Sevilmeme korkusu, yalnız kalma korkusu, başarısız olma korkusu, saygınlığını yitirme korkusu ve daha neler neler... Hayatında hiç korkmadığın bir
gün oldu mu? Cesaretle atıldın mı hiç, ya bilmediğin bir dünyaya girdin mi?
Sevilmemeyi göze aldın mı hiç? Gülünç duruma düştün mü? Ağladın mı
doyasıya, insanlara aldırmadan? Acı çektin mi hiç, hani öleceğini düşünecek
kadar...Ve iyileşmeyi başarabildin mi hiç?
Yaş erdi kemale diyorsun, bu saatten sonra benden ne köy olur ne
kılavuz.Umutların tükenmiş, hayallerin yıkılmış... Koca bir ömür
başka insanların kontrolü altında geçip gitmiş. Alışmışsın
artık bu düzene,artık istesemde çıkamam diyorsun... Ve gene kendin için bir
şeyler yapmaktan vazgeçiyorsun...
Ne olurdu istediğin okula gitseydin... Kim ne derse desin,
ressam olsaydın... Müzisyen, Arkeolog, Sanatçı, Sporcu olsaydın...
Hayattaki büyük adımları ancak hazır olduğunda sen istediğin için atsaydın...
Ne olurdu biraz risk alsaydın? Biraz kendine güvenseydin? Biraz kendine inansaydın?Ne olurdu seni çepeçevre saran zincileri kırıp, önünde ki
duvarları aşıp, kendin olabilmeyi başarsaydın? Kim ne diyebilirdi sana?
Gene kimse madalya takmazdı, gene kimse alkışlamazdı, gene kimse seni omuzlarının
üzerine çıkarmazdı... Ama sen kendine saygı duyardın!
Haydi şu anda şu dakika bir daha bak hayatına... Bu sefer
kendin için bir şeyler yap...Bırak insanlar sevmesin seni, bırak senin
mutsuzluğundan mutlu olmayıversinler, bırak takdir etmesinler,
onaylamasınlar, bırak dedikodunu yapsınlar, itiraz etsinler...
Hayatında bir kere olsun bu riski al!
İstediğin mesleği yap... Zevk al ürettiğin işten... Uçarak git
işine... Keyif al birlikte çalıştığın insanlardan... Yaşamını kendin
SEÇ ve MUTLU OL seçtiğin bu yaşamdan...
İstediğin insan ile istediğin zamanda evlen... İster 20 inde
ol, ister 50sinde... Senden başka kim bilir doğru insanın kim olduğunu ve
doğru zamanın ne zaman olduğunu? Dinleme başkalarını...
Evlenmek için hiç bir zaman geç sayılmaz... Ve hatta istiyorsan asla evlenme...
Bu yaşam senin, ve ızdırabını da, mutluluğunu da yaşayan tek sensin....
İstediğin zaman çocuk yap... Kendini hazır hissettiğinde,
yaşama bir canlı getirmek istediğinde ve o çocuğa verecek bir şeylerin
olduğunda... Ve hatta istemezsen hiç çocuk yapma...
İstiyorsan başka bir şehre taşın, başka bir ülkeye, başka bir
kıtaya... Mecbur değilsin bu şehire tıkılıp kalmaya...
İstiyorsan yeniden okula başla, yeni bir meslek, yeni bir
hayat, yeni ben diyerek kendin için yaşa...
Şimdi soruyorum sana...
Ne zaman kendin için bir şeyler yapacaksın?
(CAN DÜNDAR)

8 Kasım 2005 Salı

ey sumuklu! silkin ve kendine gel...


 Posted by Picasa

Bu aralar yine bir mutsuzluk, depresyonik haller pesimde. Her ne kadar umursamak istemesem de durup dusundugum vakit hic de iyi hissetmiyorum kendimi. Bunun birinci nedeni (ya da sonucu kimi zaman, bu gibi hallerde sebep-sonuc iliskisini de pek iyi kuramiyorum cogu zaman) bir turlu kendimi birseyler yapmaya- en inemlisi de tezimle ilgili calismaya- motive edemiyor olmam. Calisamayinca, birseyler bitirip "en azindan bugun bunu bitirdim, birseyleri basardim" diyemeyince daha da mutsuz oluyorum ve icimden hicbirsey yapmak gelmiyor. Tam "gunu yasa, seize the day, carpe diem" durumlarindayim, yapmam gerekenler disinda hemen hemen herseyi yapiyorum; ev isleri(bu gibi durumlarda elbettean daha cazi ders calismaktan cok daha cazip geliyor), arkadaslarimla bulusmalar, kitap okumalar, bicirigimla konusmalar, daha neler neler... Ama icim hic huzurlu degil asil yapmam gereken seyi (tezim ustunde calismayi) yapmadigim, ya-pa-ma-digim icin :((( bu huzursuzluk da sonucta mutsuzluk getiriyor. Booooyle anlamsiz bir ruh hali icindeyim iste.
Hergun masa basina oturup, bugun yazacagim birseyler diyorum ve sonra kendimi ya internette gazete okurken, hamilelik ya da blog sayfalarinda gezinirken buluyorum ve sonucta kendime sinir oluyorum.
Bu boyle gitmez, ama nasil, nereye kadar? ya da bu zinciri nasil kiracagimi bilemiyorum. "Derin nefes al ve plan yap, kucuk bir parcadan basla!!!" nasihatleri kulagimda ama bir basarabilsem... Basarabilir miyim ki? bilmiyorum, deniyecegim yine... on yuzbin ucyuz otuzuncu kez :P

1 Kasım 2005 Salı

weather forecast for Dallas, TX

Bugun bir 10 gunluk hava tahminlerine bakayim dedim: 10 gunluk rapora gore 10 Kasim'a kadar ortalama neredeyse 25 derece (C olarak). 25 dereceyi bazi kuzey ulkeleri yaz aylarinda bile goremezler oysa ki. Beni rahatsiz eden konu ortada sonbahar ve neredeyse kis diye bir mevsimin bile kalmayacak olmasi. Kendimi cidden rahatsiz ve huzursuz hissediyorum bu konuda. Bu sehirde gecici oldugumuzu bildigim icin devamli gelecekte daha kuzeyde biryerlerde olmayi umid ediyorum. Hatta sicakligin cok nadiren 25 derecelere ciktigi kuzey ulkelerine bile talibim, hem de fazlasiyla... Bakmaz olaydim su hava raporuna, cok uzgunum :(((

Sabah, bebisimin kalp atislarini dinledik yine doktor muayenesinde. Hizli hizli atiyordu. Onun orada saglikli bir sekilde buyuyor oldugunu bilmek cok hos ve rahatlatici bir duygu. Umuyorum bundan sonrasi da bu sekilde ozellikle bebegim icin sorunsuz bir sekilde gecer.

Bu annelik (daha "anne" olmus degilim ama...) cok garip bir duyguymus gercekten. Tek cocuk olmanin da etkisiyle sanirim, kendime her zaman cok onem veren; kendi duygularimi, hislerimi yasadiklarimi herseyin onunde koyan ve doyasiya yasamak isteyen ben, bebegim sozkonusu olunca pekcok seyden vazgecebiliyorum. O rahatsiz olmasin diye gece put gibi kimildamadan yatmaya calisiyorum; o da etkilenmesin diye uzulup, strese girilecek ortamlardan mumkun oldugunca uzak duruyorum; o iyi beslensin, saglikli olsun diye yediklerime ekstra ozen gosteriyorum vs. vs. Bunlar benim icin normalde cok zor seyler iken simdi dusunmeden bile dikkat eder hale geldim, gercekten cok garip. Bu yalnizca benim icin boyle degil biliyorum, tum anne adaylari bir sekilde dikkat ediyorlar bebeklerine, ancak tanidigim "ben"in de boyle davraniyor olmasi bana ilginc gelen.

27 Ekim 2005 Perşembe

Komsunun kedisi :)

Bu minnos, benim eve girer- cikarken rastladigim komsunun kedisi.
Cok tatli, cok canli bir o kadar da yaramaz bir kedi.
Evden ciktigimda oynamak icin ayaklarima atliyor, hemen onu yere yatirip dislerimi sikarak oksuyorum, seviyorum ben de. Ama ozgurlugune duskun yaramaz bir oglan bu, ben oyle yapinca sikilip kaciveriyor ellerimden. Onu etrafta oynar sekilde gormek bana buyuuuk bir mutluluk veriyor.
Bazen de dayanamiyor, icimde muthis bir sekilde onu eve goturme duygusu hissediyorum...
Gerci havalarin sogumasiyla birlikte onu da pek fazla disari cikarmiyorlar artik, her ne kadar ozgurlugunu yasasa da bir ev kedisi o. Ve sanirim (uzaktan gozlemledigim kadariyla) evde kendisiyle oynayan dort ya da bes cocugun oldugu, hic sikilmayacagi bir evin kedisi.
Ama cok guzel oyle degil mi??? Posted by Picasa

26 Ekim 2005 Çarşamba

sonbahar renkleri...


Posted by Picasa

Dort mevsim


dort mevsim Posted by Picasa

Bloglar arasi bir gezinti yaparken bu resme (illisturasyon?) rastladim ve havalara ve mevsimlere takik oldugum su gunlerde gayet hosuma gitti.
Buralara nihayet(!) kis geldi diye sevinebilecegim artik. Zira artik sabah evden ciktigimda o taze, soguk ve mis gibi kokan kis havasini icime cekebiliyorum, hos bir duygu...
Kisliklarimizi cikarmamiz lazim... Gecici (oldugunu umdugum ;)) hasmetli gobegimi hangi kyafetlerimle ortecegimi bilmiyorum ama hepsini tek tek deneyecegim bakalim. Ayri bir yeri olduguna katiliyorum (zira muchacha "git, bak hamilelik kiyafetleri al, tadini cikar" demisti bir telefon gorusmemizde) ama oyle ayrica hamilelik kiyafetleri giymek pek hosuma gitmiyor, gerci cok hos olanlari da yok degil hani, iki tane beli lastikli pantalonumu cok seviyorum mesela. Ama yine de olan kiyafetlerimin icinde sevgili oglisimin kendini iyiden iyiye belli etmesini seviyorum ben.
Kisliklar diyordum ya, kucukken mevsim ortalarinda ya da sonlarina dogru yaptigim birsey geldi aklima:"mizildanmak"... "Kisliklarimi (mevsimine gore yazliklarimi da oluyor bu ) ozlediiiiiiiim" diye mizildanmak anneme.
Mevsim sonlarinda gelecek mevsimin kiyafetlerini dolaplardan cikariyor olmak ayri bir guzel gelirdi kucukken bana (gerci simdi ayni guzelligi hissedemiyorum neden1: burada mevsim ayriminin pek fazla olmamasi ve yazliklarla kisliklarin -genelde- birarada bulunmasi; neden2: artik kiyafetleri kaldirip cikaranin annem degil de ben olmasi, yani olayin "is" boyutu). Oyle ki cikan kiyafetlerimi coktan unutmus oldugum icin hepsi cok yeni seylermis gibi gorunurdu gozume ve oyle cok sevindirirdi beni kiyafetlerin cikmis olmasi. Hele de kisliklara ait o naftalin kokusuna bayilirdim. O kokunun o gunlerden kalma ayri bir yeri vardir benim icin hala.
Simdi ise dogmamis bebisime aldigim kiyafetlere bakma, onlari katlamak, yerlestirmek vs. ayni derecede mutluluk veriyor sanki bana...

21 Ekim 2005 Cuma

leaves in snow


Posted by Picasa

Bugun nihayet soguk olmasa da :( "serin" bir havaya uyandik.
Normal iklimi olan bir yerde yasiyor olsaydim "hey kis geldi ne guzel :)))" diye sevinirdim. Ancak yasadigim bu yerde malesef boyle yargilara varamiyorum... Umud ediyorum oyledir, kisin habercisidir bu ve bir daha hava sicakligi 80 F'lerin ustune cikmaz. Zira psikolojik olarak bir daha yazdan kalma birkac hafta yasamaya ne kadar dayanirim bilmiyorum.
"ey kis geldiysen uc kere vur kapiyaaaaa"

Sonbahar ve sogugu andiran resimlerle avutuyorum kendimi. Sectigim resimlerdeki benzerlik dikkatimi cekti. Oyle yalnizca doga resimleri degil bunlar, mutlaka bir yol var aralarinda. Farkinda degildim once, simdi farkettim, ustunde dusunmeliyim sanirim. Neden ille de bir yol var begendigim resimler arasinda?
Yol=ozgurluk belki de. Belki de baska birsey, bilmiyorum; dedim ya dusunmeliyimmmm.

Sevgili bebisim kendini iyice belli ediyor bu arada "ben buradayim"diyor, gezinmedik, tekmelenmedik yer birakmayarak icimde. Bu anin guzelligini yasamaliyim biliyorum ama ciktigi zaman icimden onun bu gezinislerini, minik (bazen buyuk ve can acitici da olabiliyor) hareketlerini ozleyecegimi dusunuyorum. Hareketlerini duymak huzur veriyor bana. Onun orada, icimde, benimle birlikte oldugunu, guvende oldugunu bilmek beni mutlu ediyor. Tadini cikarmak istiyorum bu anin...

17 Ekim 2005 Pazartesi

neredesin ey sevgili kis???


Posted by Picasa

Ozledim seni hem de cok...
biliyorsun en cok seni severim ben, pekcogunun senden hoslanmayisina karsin. Belki de bu yalnizligindir seni sevmemin nedeni, kimbilir... belki sende ben'i gorusumdur, bir aralik cocugunu.
Ozledim seni neredesin?
nerede o icimi isitan sogugun? nerede yagmurun, o herseyi temizleyen kar'in nerede?
Nerede sicak kahvelerin, cukulatalarin, tarcin kokan sokaklarin?
Nerede o yuzume igne gibi vuran ve beni dirilten yasama sevincimi getiren havan?
Nerede?
hadi gel artik, ben sana hazirim...
sogugunla, yagmurunla, karinla, bulutlarinla, dogumgunleri, yildonumleri, yilbasilari ve bebegimle gel artik, seni bekliyorum...

16 Ekim 2005 Pazar

neden neden???

Dun annemle konustum telefonda ve bana blogumu okudugunu soyledi. Sonra cok begendigini ve yazmaya devam etmem istedigini iletti (cok zor bir cumle oldu bu). Ve bu benim hosuma gitti... Ne garip, 30 yasina ramak kalsa da insan farkinda olmadan sevdiklerinin, ozellikle de annesinin onayini bekliyor, oyle bir onay ve takdir hosuna gidiyor ve blog sayfalarimi acip, tekrar yazma istegi uyandirabiliyor icinde.
Minik baligimin icimde taklalar atarak yuzdugu su gunlerde insan annesinin ozelligini, o farkli yerini daha da iyi anliyor.
Iste bu sebeple tekrar yaziyorum.
Farkinda degildim ama uzun bir ara vermisim aslinda. Bence bu yazmaya degil de kendi kendine kalmaya verilmis bir ara. Yazarken ister istemez "ben"i yasiyorum ve yazmadigim zamanlar aslinda bir nebze bu "ben"den uzak kalinmis zamanlar gibi geliyor.
Ben'i dusunmedigim zamanlar yasamin ustumden akip gittigi ve benim bu akis karsisinda bakakaldigim anlar aslinda.
Yazmak bu anlamda durup dusunme, bir soluklanma firsati veriyor tum bu kargasa arasinda.
Eh artik onayi da almisken hatundan ;)
yazmaya devam...

14 Ağustos 2005 Pazar

bitti 2

sinavi gectim... artik onumdeki yalnizca (!) iki senemi vermem gereken bir tez. Ancak simdiden tahmin edebiliyorum ne kadar yorucu ve stres dolu bir iki sene olabilecegini. Yasam istediklerimizi verirken cimri davranabiliyor kimi zaman ve ben de bile bile bu cimriligin icine giriyorum simdi.
Simdi anlayabiliyorum universitede neden bazi (degil cogu aslinda) hocalarin bu kadar hasta ruhlu oldugunu ve ben de korkuyorum toplam dort senelik yuksek lisans egitimimin sonunda boyle hasta ruhlu olup cikmaktan ne yazik ki... Akil ve ruh sagligimi korumak icin elimden geleni yapacagim diye umud ediyorum.
Bunun birinci sarti sanirim su anki hayatimin yalnizca bu egitimden ibaret olmadiginin bilincinde yasamak, farkliliklar sokmaya calismak belki de su anki monoton yasantima. Bunun icin ilk adimi attim aslinda ve heyecanla o adimin sonuclanmasini bekliyorum simdi. Bekledigim garip ve bir o kadar da guzel bir duygu aslinda.
Bu arada kacamak bir tatil yapip Chicago'ya gittik esim ve ben. Bulundugum ortamdan ayrilmak kadar visko'ya olan ozlemimi bir nebze gidermek cok guzeldi. Guzel anilarla ayrildik Chicago'dan sonra.
Bir ay kadar sonra anne ve babamin gelecek olmasi da baska guzel bir degisiklik olacak yasantimizda. Onlari cok ozledim. Telefonda konuusuyor olmak yetmiyor cogu zaman, dokunmak, kucaklamak, koklamak istiyorum onlari doyasiya. Insan buyudukce (yaslandikca mi demeliyim yoksa?) daha bir anliyor sanirim anne ve babasinin ozelligini ve degerini. Iliskileri uzerinde dusundukce ve caba gosterdikce daha anlamli hale gelmeye basliyor, daha da onem kazaniyor. Bu arada kendime buyuk bir hatirlatma: hayat oylesine yasanmamali hic, kendimizin ve iliskilerimizin farkindaligini artirdigimiz bir yasam oylesine bir yasamdan cok daha anlamli ve bunu anlamli hale getirmek cogu zaman kendi elimizde.

let's think about it...

"If we have only one life to live, we might as well not have lived at all"
Milan Kundera

22 Haziran 2005 Çarşamba

Bitti....

Evet bitti...
su geldi, gelecek, gecti, gececek diye bekledigim sinav nihayet bitti, dun.
Iki gun, sekiz saat sinav odasinda tek basima onumdeki sorulari cevaplandirmaya calistim.
sunu soyliyeyim oncelikle umdugum kadar korkunc degildi. Bazi seyleri ister istemez biz kendimize zorlastiriyoruz sanirim. Neyse, yaptim iste birseyler elimden geldigince. Benim sorumlulugum bitti, pas hocalarda simdi, bakalim onlar ne yapacaklar, simdi oturup onlarin kararlarini bekleyecegim.
Benim bolumumde isler biraz goreceli, aslinda saniyorum tum doktora programlarinda boyle bu, aslinda biletiniz onceden kesilmis oluyor, yani gecip gecmeyeceginiz hocalarin gozunde belli zaten, sinav isin formalitesi... Tabi ben benim biletimin ne oldugu konusunda bir bilgi sahibi degilim o yuzden simdi bekleme zamani.
Bekleyip gorecegim bakalim...
Bu arada tatil keyfi cikarmanin tam sirasi sanirim, iki uc gunluk kendime off veriyorum simdilik...

3 Haziran 2005 Cuma

medeniyet zincirlerini parçalayan göçmen ruhu

Bugunlerde yazamiyorum pek ama okuyabiliyorum. Birkac saat kendime vakit ayirabilmenin luksunu yasiyorum boylece, kacamak ve secici olmayi gerektiren bir luks bu.
Sucluluk duygusu yok;
Hele de asagidaki yaziyi okudugum ve paylastigim icin hic yok.
Insanin duslerinin pesinde gidebilmesi kadar tatmin edici birsey daha yok diye dusunuyorum.
Keske hepimiz icimizde duslerimizin pesinde kosmayi saglayan o buyuk gucu bulabilsek.
Che ile ilgili hatiri sayilir sayida kitap okudum ancak "Motosiklet Gunlukleri"ni yakin bir zamanda okumayi umud ediyorum.

Bir selede… meçhule…
Geçenlerde bir sohbette laf yoldan, yolculuktan açılınca 40'larının başında bir dostum 50. yaşgünü için yaptığı plandan söz etti:
Yarım asrı devirdiği gün, küçük kızı da üniversiteyi bitirmiş olacaktı. İşte o gün üç arkadaşıyla birlikte bir tekneye atlayacak, rüzgârın peşi sıra yelken açacaktı.
Tam bir yıl...
Çoğunlukla başkaları için yaşanmış yarım asrın sonunda bir yıllık bir mola...
Onun bu Koç’vari düşünü tartışırken, yine 40'larının başında bir anne, "Benim de motosikletle Ortadoğu turu projem var" dedi. O da oğlunu ve eşini bir süre bırakıp bir motorun selesinde hayatını yaşayacaktı.
Ama sofradan gelen bir soru, hayali böldü:
"Bavulunu nereye koyacaksın?"
Doğrusu can yakıcı bir soruydu.
Öyle ya, ömrüyle birlikte bavulu da doluyordu insanın; konfor ihtiyacı da yaşıyla beraber büyüyordu.
Motor terkisinde özel şampuana, cilt kremine, makyaj malzemesine yer olmuyordu.
Everest'in yayınladığı Che Guevara'nın "Motosiklet Günlükleri”nden söz etmenin tam sırasıydı.
* * *
Latin devriminin yakışıklısı, 23 yaşındayken yakın bir arkadaşıyla birlikte, motorla Güney Amerika'yı boydan boya katetmeyi kafasına koymuştu.
O yaşlarda tıp fakültesini bitirmek üzereydi. Giderken okulunu, istikbâlini, ailesini ve ilk aşkını ardında bırakmıştı.
Bir gün babasına "Ben Venezuela'ya gidiyorum. Bir yıl orada kalacağım" demişti.
Babası şaşkınlık içinde "Kız arkadaşın ne olacak" diye sordu;
"Beni seviyorsa bekler" dedi Che...
Sevgilisine veda armağanı olarak bir köpek götürdü, adı "Geri-dön"dü.
Günlüğüne o anki duygularını bir Latin şairiyle yazdı:
"Kalbim o dilberle sokak arasında / salınıyordu bir sarkaç misali..."
Günlük, sonrasını şöyle yazıyor:
"Ağzımda veda etmenin yarı acı, yarı tatlı tadıyla, kendimi daha ilginç şeyler yaşayacağıma dair hayaller kurduğum yeni diyarlara kalkan serüven rüzgârlarına teslim ettim”.
* * *
Nasıl da her şeye boş vermeye çağıran bir haytalığı, bir vurdumduymazlığı, bir bencilliği var yolculuk fikrinin...
Bir kez yollara düşmeyegör, derhal bir yaşam biçimine dönüşür.
Teker döndü mü artık "Geri-dön"üp yerleşmek, uzlaşmaktır.
"Motosiklet Günlükleri”ni okuduktan sonra bu yolculuğun sonuçta Ernesto'nun hayatına malolduğunu anladım.
Çünkü "seyahat" virüsü girmişti bir kez kanına...
Fidel'le tanışıp Küba devriminin hizmetine girdikten sonra da yolculuğunu dağlarda gerilla olarak sürdürmüştü.
Devrimi kazanıp da sıra koltuğa oturmaya gelince de yerleşmeyi reddetmiş, göçmen damarına yüklenmişti.
Onun ütopyası, koltuğa oturmak değil, koltuksuz bir dünya yaratmaktı çünkü...
Kişiliğini bir motor selesinde şekillendirmiş olanlar için koltuk eksiklik değil, fazlalıktı.
Ayrılıp yeniden dağlara dönmek istediğini söyledi Fidel'e...
Fidel kaldı ve devlet adamı oldu.
O gitti, öldürüldü ve efsane oldu.
* * *
Bugün ölümünden 38 yıl sonra hâlâ bütün dünyada devrimin simgesi olarak selamlanıyor, adına şarkılar yakılıyor, resimleri tişörtleri süslüyorsa bu, biraz da onun "medeniyet zincirlerini parçalayan göçmen ruhu”nun eseridir.
İşin sırrı, geçmişi ve gelecek hayallerini bir anda sıfırlayabilip bir motosikletin selesinde bir dostun beline sarılıp açılabilmektedir.
Koltuğa yerleşmeden, 50 yaş beklemeden, bavul iteklemeden...
Önünü ardını bilmeden, motoru hesapsız bir yarına doğru sürebilmektedir belki de mutluluğun sırrı...

CAN DUNDAR
25 Mayıs 2005, Çarşamba

30 Mayıs 2005 Pazartesi

feeling sick

keyifsizdim birkac gundur.
Ders calismanin getirdigi yorgunlukla birlikte bir de bu hastalik yorgun dusurdu beni. Gectigimiz cuma cok hasta olmustum, dayanilmaz mide bulantisi ve basagrisi... cumartesi de ayni sekilde devam etti, dun daha iyice idim, bugun sanirim dune gore cok daha iyiyim. Gerci bu sayede biraz dinlendim, calismaya daha dinamik bir sekilde devam etmegi umuyorum.
Ama boyle zamanlarda insan ister istemez soruyor kendisine sagligim yerinde olmazsa bu yaptiklarimin ne anlami var diye. ve saniyorum hakli bir soru bu.

28 Mayıs 2005 Cumartesi

80'lerden animsananlar, biraz keyifli biraz hüzünlü...

Biraz once bir blog'da yine seksenli yillara ozlemle ilgili bir yazi okudum. Bir donem bunlar animsaniyor,sonra konusulmuyor bir donem, neden sonra tekrar animsaniyor; ama hic mi hic unutulmuyor. O donemleri unutmak mumkun degil sanirim. Asagida cok sevgili arkadasim Barbha'nin yazmis oldugu seksenli yillara ait bir yazi var. Kimi seyler eminim okuyanlar icin cok tanidik gelecek. Ben okudukca bazi seyleri tekrar tekrar yasadim, hos da oldu. Seksenli yillara ozlem denilince bu yazi geliyor artik aklima benim.

80'Lİ YILLARDA YAŞAMAK DEMEK

1980li yıllarda hayatının ilk tecrübelerini yaşamış, ilkokula gitmiş,
kenan evren'i, erdal inönü'yü, özalı tanımış olmak, ajda pekkan'ın
alo, michael jackson'ın pepsi reklamlarını hatırlayacak kadar şanslı
olmak demek Big in Japan , the final countdown , eye of the tiger
demek. icraatin içinden demek, semra koy bir kaset de neşemizi bulalım
demek. köprü demek, ödediğiniz her kuruş verginin yol, su, elektrik
olarak size geri dönmesi demek

voltran voltran voltran demek , depozito toplamak adina kola sisesi
biriktirmek demek , adile nasit ten masal dinlemek demek.

Camgöz ile cimcime demek, "evet pepeee baloon baloon", "üzüntü ve muz
kabuğu" demek.

Bay yanlış ile doğru Ahmet demek

Bakkal amca, bir kalem, bir pergel, bir de çukulata alacağım demek.

Uvvak uvvak lee cooper demek

debbie gibson, tiffany, jason danovan, sandra, modern talking vb...
dinliyor olmak...comanchero'nun ve life is lifeın sözlerini
ezberlemeye çalışmak demek...michael jackson, madonna, samantha fox
demek

korhan abay,cenk koray,metin milli,ersen ve dadaşlar
demek.clementine, he-man, she ra, transformers demek.

okula siyah önlükle gitmek demek. kayahan,nilüfer,sezen aksu, barış
manço, emel sayın ile büyümek demek

ihtilal cocugu demek köle izaura demek, ziyaretçiler demek!!!! acidçi
misin metalci mi demek...

moruk demek, herild yani demek, hey corc versene borc demek, olmaz maykil
bende de yok cevabini isitmek demek, geriye donup baktikca ic gecirmek
demek...

yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşak. hem eski hem yeni olmak demek.
biraz gözü açık bir 80 li yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda
almış demektir.

edi mörfiiiiiii huuuuuuuuuuuuuu şörli makleeyynn yeeeeeee diye bağırıp
en az bir technotronic kasedine sahip olmak demek.

mahalle ce$melerinden su icmek, bayramlari iple cekmek, cumhurba$kani
denince kenan evreni hatirlamak demek

koltukaltında topla okul bahçesine yalnız giderken "nasılsa oynıycak
birileri vardır" diyebilmek demek

eti kemik geciyor demek;

evden çıkmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocuklugunu
yaşayabilmiş,son dönemin bir üyesi olmak

ne sorusuna zonk cevabı vermekten zevk duymak, , büyüteç ile kağıt
yakmak ve siyah kağıtların beyaza oranla daha kolay yandığını
keşfetmek, 9 voltluk pile dilinle dokunup o ekşi anı yaşamak,
televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen
susturmak, 23 nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5
dakikada aşık olmak demek

son dersin son 5 dakikasında parkeleri giyip zilin çalmasını beklemek,
hurraa kapıya doluşmak, dışarıya pestil olarak çıkmak demek, sinek
ilacı arabalarının arkasında bıraktığı bulutta deli gibi dolaşmak
demek.

kutu kolayı actıktan sonra kapagını cekip cıkarıp atmak demek

tipe bak demek

fon muzigi laura brannigandan self control olan gunler. bakkala
gitmenin, sokakta oynamanin, harclik toplamanin gecerli sayildigi,
havuc'un olmadigi yillar demek... her seye ragmen temiz ve el
degmememis bir hayat demek...sonrasinda biz buyuduk ve kirlendi dunya
demek.

pazar aksamlari mecburen yikanmak ve erken yatmak demek

sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki düğmelere
basmak zorunda olmak demek

sehirlerarasi yolculuklara cikarken otobusun 302s olmasi icin dua
etmek. bilet alirken arka kapinin onu ve tekerlek ustu olmasin demek.

resimli futbolcu kartlari demek, süper babaanne demek, fantayla kolayi
karistirmak demek, mahalle kavrami demek.

cavusevsku ve karisinin kursuna dizilisini tvden seyretmek demek, o
goruntulerin yillar sonra bile kafadan hala cikmami$ olmasi demek.

anket ve hatıra defterlerinin olması bunlara seviyorum ama kimi diye
başlayan maniler yazmak,önünde tek arkasında 2 çizgi olan külotlu
çorapların havada sallanarak giydirilmesi, içinde biri sabunlu iki
ıslak bez olan mustili beslenme çantası,dantel yaka,yenen kokulu
silgi,leblebi tozu çekerken atlatılan ölüm tehlikeleri,hulahop,ayak
bileğine takılarak çevrilen top,sek sek oynamak,bayramda mahalleye
dağılıp şeker toplamak, müsaitseniz annemler size gelecek demek

trt'nin yayın akışının bitmesiyle çalan istiklal marşı için ayağa
kalkıp, marşı hazırolda bangır bangır söylemek ve marşın bitiminden
sonra çıkan tiz "biiiiiiiiiiiiip"sesine rağmen televizyonu kapatmamak
demek.

Zerrin Özer demek. Nasıl da geçmişti bütün bir yaz demek. Bu şarkıya
kafanda klip çekmek demek.

annelerin çernobil yüzünden çay içirmemesi, gofret yedirmemesi demek...
challengerın olduğu günkü haberleri hatırlamak demek.. pkk
saldırılarında her gün mutlaka birilerinin öldüğünü duymak ama
anlamamak demek..

veronica castroyu güzel zannetmek demek.. kenan evreni atatürk zannetmek
demek..
Yazlık diskolarda içeri alınmamak demek. bunun için ağlamak ve içeride
- her nedense- You are in the army now- şarkısında sarmaş dolaş
danseden abi ve ablalara bakıp özenmek demek

gorbaçov'un kafasındaki kırmızılığın ne olduğunu merak etmek, anneye
"zeki müren'e teyze mi diyim amca mı diyim" diye sormak, kenan
evren'in cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılırken çankaya köşkü
basamaklarından yavaş yavaş inip sekreteriyle vedalaşmasını
hatırlamak, "hayat bilgisi" kitabında kenan evren'in resmi olması, her
yere modern cami inşa etme furyasına anlam verememek, batman ve
şırnak'ın henüz il olmadığı günleri hatırlamak, özalın çenesinin
enteresan yapısına anlam veremeyip, "acaba benim çenem de ilerde böyle
olur mu" kaygısıyla aynaya bakmak demek...

breyk breyk arkadaş arıyorm demek eve lazım olur diye fazlaca pul
almak demek ho ho ho hoover demek zeki müren in size alo diyoruuuum
demesi demek

ilkokulda halley, petrol ve komancero sarkilarini uydurma sozlerle
soyleyerek danseden tolga han ozentisi sefil dans gruplari kurmak okul
sonrasinda ise her gun kosturarak eve gidip; bu topragin sesi
programinda kimil zararlisi ile mucadele yontemleri, orman koylusunun
sorunlari ve yuksek randimanli durum bugdayiturleri ile ilgili verilen
faydali bilgilerin ardindan kamber aga ile uyanik skeclerini buyuk bir
ilgi ile izlemek demek kucuk yasta bilinçli bir ciftci kadar ziraat
bilgisine sahip olmak demek sinemalarda the lord of the rings, harry
potter vs. izlemek yerine jules verne romanlari okumakla gecirilen bir
cocukluk demek

aldım çantamı kolumaaa, çıktım dallas yoluna, ben babi'yi beklerken
ceyar girdi koluma şarkısını dansıyla birlikte bilmek demek.

kimler geliyo kimler? sana ne,sana ne? ama bunu söylemenize gerek
yokki, ben yapınca alışverişi,zaten alıyorum satış fişi replikleri
barındıran ali-ayşegül atik reklamı hadi hep birlikte,hep birlikte,
biz biz olalım yemeklerden önceeee, lavaboya koşalım, hafta da bir
kere tırnakları keselim, fırçalayıp onları tertemiz olalım diye
şarkılar ezberleyen bir nesil olmak

icraatın içinden izleyip özal'ın kalemine bakıp hipnotize olmaya çalışmak

videocudan american ninja, kartal,kan sporu ve evil dead gibi filmleri
kiralamak demek

analogtan dijitale geçiş devrini yaşamış birey olduğunu anlamak ve
ikisinden de farklı zevkler aldığının farkına varmak demek

çok güzel bir ülkenin son yıllarını hayal meyal hatırlamak, sonra da
çivisinin çıkışını görerek büyümek demek

Hava durumlarının eksi değil de "sıfırın altında bilmem kaç"
denildiğini bilmek demek

Apartmanın çatısına 5 metrelik anten takıp üstüne de tencere kapağı
bağlayan bir abinin sizi tv önüne oturtması ve çatıdan oldu mu diye
bağırıp anteni ayarlamaya çalışması . yunanistan kanallarını
görüntülemek

adına .. oldu oldu diye camdan kafayı çıkarıp bağırmak ve kimsenin
buna şaşırmaması demek. siyah beyaz ve karlı bir görüntü de olsa ..
üstelik yunanca tek kelime anlamasanız da gündüz vakti çizgi film
izlemek için az debelenmemiş olmak demek

Muhtemelen hayatımız boyunca yaşadığımız en güzel 10 yıl demek...

trt 1'de olu$an sorunlar sonucu yayına bir süre ara verildiğinde
ekrana getirilen donuk ağaç, dağ bayır resmine 10 dakika hareketsiz
bakabilmek demek,

Türkiye'de yaşamış son mutlu kuşak olduğunu hüzünle hissetmek demek.

25 Mayıs 2005 Çarşamba

yeni yasanmis bir ani

Bu aralar birseyler yazamamanin verdigi kederle basbasayim. Aslinda bu bir anlamda kendime, kendimce zaman ayiramamak demek. Demek ki oturup icimdekileri yazacak bir zaman dahi ayiramiyorum kendime, ne yazik...
Dun aksam bir degisiklik yaparak downtown'a yakin bir yunan lokantasina gittik, yunan diyorum ama elbette ki sarmalar, borekler, zeytinyaglilar hatta siste pisirilmis etler bizim Ege mutfaginin guzelim lezzetlerinden baskasi degildi. Sarma ve baklavanin Turk mu Yunan mi oladuguna dair tartismalar bence yumurta mi tavuktan, tavuk mu yumurtadan (civciv mi yumurtadan) tartismalarindan baska birsey degil. Yuzyillarca ayni topraklarda yasamis insanlariz ki boyle kulturel ortakliklarin olmasi cok dogal, dogal da bu debate neden diye dusunmeden edemiyor insan (gerci simdi tarihsel ve sosyolojik aciklamalar yapmak mumkun ama sanirim bunlari dinlemek, okumak istemiyorum artik ben).
Ayrica yine bir amerikan vurdumduymazligiyla karsilastim bence trajikomik bir olaydi. Lokantada yunanistan ve Turkiye gezisi yapacak bir grup vardi. Yalniz gezi oyle ayarlanmisti ki ilk ayagi atina, yunan adalari, efes ve bizim guney ege kiyilari olacak, ikinci ayagina ise optional olarak isteyenler istanbul'a goturulecekti... Neyse, tuvalet sirasinda onumdeki hatun bana donerek benim de gezi grubunda olup olmadigimi sordu, hayir dedim. Konusmamiz ilerledikce kendisine turk oldugumu, bu geziden cok zevk alacagini soyledim bunun uzerine kadin bana donum "well, I am not going to Turkey though, I am just gonna visit Greece" dedi, "how comes?" dedim, "aren't you gonna visit Ephesus, at all?" diye devam ettim. Kadin bana cok ama cok sasirarak "Is Ephesus in Turkey?" diye sordu.... ne denir bu konumda? "D'oooohhhh!!!!!"
cok sasirdim, hatun sadece istanbul'un turkiyeye ait oldugunu efes ve diger ege bolgelerinin yunanistan oldugunu saniyormus. Sanabilir, insanlar herseyi bilmek zorunda degil, bu sorun degil; ancak gezmeye oralara gidecek insanin acip da ne, nerede, ben nereye gidiyorum, diye bakmasi dogaldir diye dusunuyorum. Yani yunan adalarini gezecekleri katamaranlarda guzellik salonu olup olmadigini soran adamlar gidecekleri yerlerin nerede oldugunun detayina bakmiyorlar bu cok komik aslinda trajikomik geldi dogrusu. Ama itiraf etmeliyim baya guldum sonradan kadinin saskin yuzu aklima geldikce. Pis miyim neyim???
iste boyle, bu ani da yazilsin silinmesin, animsandikca gulunsun mu aglansin mi bilinemesin, nokta.

22 Mayıs 2005 Pazar

sonbahar cok uzakta ama...


Sicakti sicak

Sicakti
Sicak
Sapi kanli
Demiri kor bir bicakti
Sicak...

Welcome to Dallas Texas... o kadar sicak ki burasi su siralar insan klimali kapali mekanlardan disariya ciktigi zaman dogal bir saunaya girmis gibi oluyor. Ben sicak diye bilinen o kucuk Ege sehrimde bile bu kadar sicak gormemistim. Bu saunanin obez amerikalilarin kilo problemine cozum olur mu bilmiyorum ancak zaten zorlukla calistigim su yeterlilik sinavlari icin calismami engelledigi kesin (bir sebep ariyordum, buldum iste ;)...
Bol su icerek, evde klimayi sonuna kadar acarak, gerekirse buzhanelerden farksiz okuldaki ofisime giderek bir sekilde calismaya calisiyorum iste. Garip bir duygu benimkisi su siralar stres var mi bilmiyorum ama garip bir sogukkanlilik da var sanki, pek alisik olmadigim icin anlatamiyorum aslinda.
Bu arada uyuyamamamin nedeni sicak olabilir mi diye dusunmeye basladim, simple solution, n'est-ce pas?
Oysa ki boyle sicaklarda ders calismak bir kenera, miskin miskin yatilir, en yakin kuvete, golete, denize girilir, karpuz yenir (hmmmmm...), aksamustu biraz essin diye beklenir, aksamustu esmeye basladigi zaman cay konulur, sicakla birlikte harareti azalttigi savunularak sicak cay icilir, aksamlari disari cikilir gezilir tozulur; AMA ders calisilmaz....!!!
Neyse, bu kadar geyik yeter, ne celiskidir bu ama ders calismam lazim, mmmmmmm!

18 Mayıs 2005 Çarşamba

Ben degil, Muchacha yazdi bunu...



Bulut mu olsam?
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüs gemi
içinde sari balik
dibinde mavi yosun
kiyida bir çiplak adam
durmus düsünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balik mi olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmali, oglum,bulutuyla, gemisiyle, baligiyla, yosunuyla.


30 yasimda da bu soruyu sordum kendime hala soruyorum. 10 yasimda sormadim ,15 yasimda sormadim ,20 yasimda sormadim,25 yasimda sormadim,30 yasimda sormaya basladim ,hala cevabini ariyorum...
Ustanin yazdigi bu sozler icimde biryerlere dokunuyor,o sarkiyi haykira haykira soylemeyi seviyorum... Evet ne o ,ne o,ne o; Deniz olunmali ... Bulutuyla, gemisiyle, baligiyla, yosunuyla deniz olunmali ...
Oysa kolay mi deniz olmak ?? Gunlerini gecelerini verip dusunmek yeter mi deniz olmaya?? Kendine dogru cikilan yolculuklar, dostlarla yapilan sohbetler, sikintilar, ic savaslari, sorular, verilen cevaplar yeter mi deniz olmaya ??
oysa ne guzeldir kimbilir deniz olabilmek !! Cezbetmek, kendine cekmek herkesi tan yeri agarip gunesin kizilligi kapladiginda gokyuzunu , gunes batarken gumus rengine burunup soyle kivrila kivrila vurmak sahile ,umarsiz ,ahenkli, dansetmek kumsalla ,ruzgarla,kendinden emin vakur... Sonra cosup kabarmak birdenbire nedensiz, hesap vermeden ,sadece kendin icin "buradayim iste, ben burada, gorun beni" yi haykirmak sesin kisilincaya dek ... Sonra yeniden cekilmek kabuguna ,karanligina ,sessizligine kimseye ihtiyac duymadan ,gomulmek derinlere,koynuna girmek kendinin , sarip sarmalamak kendini ,anlamak ,dinlemek ,arkadas olmak , sevmek ,oksamak kendini ,ertesi sabah dipdiri uyanacagindan emin olarak uyumak ,tazelenmis, dipdiri berrak, su gibi ...
Kolay mi su gibi olmak ?? berrak , duru, arinmis, akip gitmek yoluna cikanlari umursamadan tek hedefinin akmak oldugunu bilmek ,soyle sakin sakin ,zaman zaman gurul gurul,ne cikarsa yoluna,zaman ne gosterirse hesap kitap yapmadan,dertlenmeden tasalanmadan , sadece akmak ..akmak.akmak.akabilmek..KOLAY MI?? Yasamak yani,insanca, insana dair yasayabilmek kolay mi?
 Posted by Hello

17 Mayıs 2005 Salı


su kiz gibi... koysam basimi yastiga denizim ustunde batan gunese karsi, ve uyusam uyusam, oylesine umarsizca.... Posted by Hello

Basarabilmek ya da basaramamak... Butun mesle bu (mu acaba?)

Hocam arastirmami ve nihayetinde paperimi begendi, “simdilik bunu bir kenera koy bakalim, yeterlilik sinavindan sonra bakarsin” dedi, ve sinav icin cesitli nasihatler verdi kendince.
Bunu gunluk bir realite olarak gormeye basladim artik, yeterlilik sinavina girecegim. Bu sekilde baktigimda onemsizmis gibi gelse de aslinda benim icin, daha dogrusu kariyerim icin onemli bir sinav elbette. Bu nedenle bir yandan stresini yasiyorum bu sinavin icimde diger yandan da bunun hayatimin donum noktasi olmadigina dair telkin etmege calisiyorum kendimi.
Hep boyle olmustu bu, kucukten beri telkinlerle yasamayi ogrendim sanirim kendi kendime zira cevremde “ bosver olmazsa olmasin, biz seni boyle de seviyoruz” diyen insan olmamisti hic. Ilkokuldan sonra anadolu liseleri sinavina girilecegi gunlerde de cocuk ruhumla kendi kendimi telki etmistim “olsun, olmazsa normal ortaokula gidersin canim ne olacak yani dunyanin sonu mu” diye, universite sinavlarinda da kendi kendimi telkin etmistim “ne olursa olsun sen onemlisin, hayatin bir sinavdan ibaret degil” diye ve neredeyse on yil sonra kendi kendimi telkin etmek gorevi bana dusuyor yine.
Ama bir yandan da biliyorum ki bunu istiyorum, yeterlilikten gecmek istiyorum, bunca emek bosuna olmamali diyorum, bu da ikilemin oteki ucu. Kendi kendimi telkin ettigim diger sinavlarin sonuclarinin olumlu oldugu gibi bunun da olumlu olmasini istiyorum icten ice. Yani basarmak istiyorum.
Dusununce ne kadar basari odakli yetistirilmis oldugumu anliyorum. Cevremde durum hep boyle oldu benim, hep basarili olmam beklendi, direk soylendi, soylenmedigi zamanlarda ima edildi. Basarisiz olmaya hakkim yoktu benim hicbir zaman. Bu ne yazik ki cok aci bir durum; insanin kisiliginin basariyla iliskilendirilmesi ve bu sekilde degerlendirilmesi… Basariliysan iyi bir insansin sen; degilsen ne yazik, ne oldugun, nasil oldugun, ne gibi degerler, duygu ve dusunceler tasidigin hic onemli degil cunku basarisizsin sen…
Annemle olan bir konusmamizi animsiyorum, universitenin ikinci yilinin ikinci donemindeydim ve mutsuzdum hem de cok mutsuzdum, sanirim mutsuzlugum o zaman baslayan depresyonumdan kaynaklaniyordu (bunun o zaman farkinda degildim elbette) mutsuzlugum derslerimde basarili olamama neden oluyordu ve bu basarisizlik sonucta mutsuzlugumu artiriyordu, tam bir kisir dongu iste.
Anneme aglayarak cok mutsuz oldugumu anlatmistim, okudugum bolumden memnun degildim, okulda pek yakin arkadasim da yoktu, ve elimdeki arkadaslarimi, sevdiklerimi de yitirmistim nedensizce, bunlari anlattim ona, tekrar universite sinavlarina girmek istedigimi bir sure onlarin yaninda olmak istedigimi belirtmistim.
Ama annem cok net bir sekilde yanitladi beni, herkesin okumaya can attigi bir okulda, ve bolumde okuyordum, binlerce, hatta milyonlarca kisi vardi benim yerimde olmak isteyen, maddi sorunum da yoktu, niye yakiniyordum ki, mutsuz olmaya hakkim yoktu benim ve tabii basarisiz olmaya da, boylece tum yakinmalarimin ustune kocaman kureklerle toprak serpti annem.
Ve ben mesaji almistim yakinmadan , sesimi cikarmadan, sevsem de sevmesem de mutsuz olsam da olmasam da bitirecektim bu okulu ve bir daha yakinmayacaktim. Yakinmak basarisizlikti cunku ve benim basarisiz olmaya hakkim yoktu hic.
Bunu boyle algiladim ve yoluma koyuldum o zamanlar, mutsuzlugum devam etti icten ice, anlatmadim, anlatamadim paylasmadim hic kimseyle bunu. Basarili olmam gerekiyordu madem, olacaktim; yakinmadan, aglamadan, ve bitirdim okulumu uzatmadan.
Ve simdi yine bir baska basarili olmak ya da olmamak ikilemi icindeyim. Kosullar daha farkli ve ben de farkliyim.
Farkliyim cunku biliyorum ki olasi bir basarisizlik beni gecici bir mutsuzluga itse de beni daha az bir ben yapmayacak…
Bu bilincle calismak simdi daha kolay ve daha guzel geliyor bana.

15 Mayıs 2005 Pazar

dilemma

it is a beatiful day out there.
26 yasindayim ve onumde bu aksama kadar bitirmem gereken bir paper var.
Oysa ki bugun yapmak istediklerim cok farkli.
White Rock golune gidip bisiklete binmek istiyorum mesela...

O'nun hakkinda

O'nun hakkinda ne dusundugum konusunu hicbir zaman cok iyi anlayamadim sanirim. Daha dogrusu kendimi bu konuda anlayabildigimi zannetmiyorum. Kendi duygu ve dusuncelerim ile digerlerinin ona bakis acisi arasinda kalmislik benim cogu zaman bu konuda kendi dusuncelerimi engelledi belki de. Bu nedenle O'nu nasil hatirliyorum konusuna hicbir zaman tam bir karsilik veremiyorum ve bu beni cok etkiliyor.
Aslinda kucukluk zamanimin cogunu onunla gecirmeme karsin onunla hicbir zaman digerleri kadar yakin olamadim,digerleriyle karsilastirlidiginda arada gecilmeyen hep birseyler vardi sanki ne oldugunu bilemiyorum.
Ama yine ne de O'nu cok sevdigimi ve O'nun da beni cok sevdigini dusunuyorum hep.
En cok kocaman kahkahalarini hatirliyorum onun; agiz dolusu gulusunu... Anneannemin balkonunda cay icerken bahar ogeleden sonralari o kadar kocaman gulerdi ki O, anneannem dayanamaz ikaz ederdi.
Sonra cok anlik bir insan oldugu var aklimda. Ben onu anlik olarak nitelendiriyorum ama sanirim aslinda bulundugu ortamdan kacma istedigiydiu bu belki de. Hani carsiya falan gittiginde uzun sure gelmez, bizler de onun nereye gitmis olabilecvegini dusunurduk. Geldiginde bilmem kime ugradigini, oradaki sohbetlerini anlatirdi cogu zaman. Evdekiler ise kizardi ona isini bitirip gelmedi sagda solda ooyalandi yine diye.
Ama ben o evin onunla neselendigini dusunurdum hep. O gittiginde evin kocaman nesesi de gitti sanki, sanki degil gitti.
Benimle ilgili cok sevdigi bir anisi vardi hep anlattigi: ben kucukken beni alir carsida simdi kocaman bir pakin oldugu yerde olan pastaneye gotururmus beni. Pastanenin doner sandelyeleri varmis ve ben buyuk bir heyecanla otururmusum o sandalyeye, birlikte "supangle" yermisiz ve tabii ki ben cok severmisim "supangle"yi. Bunu anlatirdi o hep bana, her seferinde ayni heyecan ve sevkle, cok sevdigi bir aniydi demek ki....
O'nu en son Ada'da gormustum.
Aylar sonra kuru bir telefon konusmasi yapmistik,
Ve sonra bir 19 Mayis aksami gittigini ogrendim, oyle ansizin. Spontone demistim ya senin icin oyle oldu gidisin de.
Ardinda biraktiklarin bir sekilde gidiyor iste teyzecigim, kizin buyuyor, kocaman bir genc kiz oldu artik;biliyor musun, sana da cok benziyor bence. Ben... ben de buyuyorum, hatta yaslaniyorum belki de kimbilir.
Ama seni ozluyorum teyzecigim, hem de cok...

14 Mayıs 2005 Cumartesi

being "girly"

Dusunuyorum da hicbir zaman girly olmadim, olamadim sanirim... Yani nasil derler kendimi cok da "feminen, disi" hissetmedim hicbir zaman ve bu nedenle merak ediyorum nasil bir duygudur bu diye.
Nasil bir duygudur cicili elbiseler, etekler giymek, fileli corapla mesela? Nasil bir duygudur tikir tikir topuklu ayakkabilarla gezmek?
Ornegin hic topugum kirilmadi benim, topuklu ayakkabi giymedigim icin.
Nasil bir duygudur gezmeklere terlik tasimak, ozene bezene suslu terlikleri giymek ayyakkabini cikardiktan sonra? Nasil bir duygudur saatlerce "nasil iyi makyaj yapilir?" uzerine konusabilmek, modayi takip etmek vs. Nasil bir duygudur kucukten gelinlik modelleri begenmek, onun hayalini kurmak. nasil bir duygudur kucuk seylerden igrenebilmek, sofrada kildan bocekten konusamamak, daglarda , kirlarda hemen "of yoruldum" diye sizlanmak.
Nasil bir duygudur "ay reglim, hastayim, vucudum cok kirgin, hic birsey yapamiyorum" falan diye konusarak ortaliklarda gezinmek ve nasil bir duygudur sevgiliyi, kocayi kiskanmak, bunun icin krizlere girmek....
Vs vs bunun gibi feminenlikle ilgili pek cok seyi anlayamiyorum cogu zaman ve hatta bazen bu bende onemli bir eksiklikmis gibi geliyor... E madem hatun kisi yaratilmisiz niye boyle hatun kisi olamiyorum diye kiziyorum kendime; topuklu ayakkabi giyiyorum kendimi feminen hissedebilmek icin, yok olmuyor cikariyorum yarim saat icinde dayanamayarak. Gecenlerde bir test yapmistim hatta beyninizin yuzde haci kadin diye, %30 cikti iyi mi? %50 nolsa sevinecektim yine ama %30... Gerci bazen hosuma gidiyor bu durum kadinlarin citkirildimliklarinin bende olmayasi falan ya da "adam gibi kadin" olarak hissetmek kendimi, ne bileyim bu gucluluk duygusu gururumu oksuyor belki de ama ozenmiyor da degilim hani.
Boyle iste... Nereden aklima geldi bilmiyorum ama girly degilim iste ve bundan dolayi ara ara hayiflansam ve ozensem de cicili bicili kiyafetlere, makyajlara, topuklulara, spor ayakkabilarimla ve dag botlarimla mutluyum sanirim ben; rahatim cunku, daha ne olsun?

12 Mayıs 2005 Perşembe

Insomnia, vs...


uc gundur uykusuzum...
iki gun once gece kisa aralikli uyanmalarla baslayan uykusuzlugum dun sabah 1:30'da yatip 6:00'a kadar uyuyamamla sonuclandi. Normalde ellerimi yastigin altina sokup yuzukoyun yatiyorum, olmadi. Sirtustu yatmayi denedim, yok; saga dondum, hayir; sola dondum, imkansiz... uyu-ya-ma-dim...
Issin ilginc yani tum gece yatakta debelendim durdum,ufledim, pufledim yok iste yok tam cildirmalik.Daha da kotusu boyle anlarda yaninda uyku sesleri duyuyor olmak, uyku solumasi falan, iyice taktim kafaya, uyuyamadim.
Neden sonra sabah 6:00 gibi ilik dus alma fikri yatti kafama. Banyoya girdim, kuveti ilik degil sicaga kacan sicaklikta suyla doldurdum, biraz da kopuk koydum tabii, sonra icine gordim yavasca,"uyut beni su" dedim girerken umutsuzca tabii. Sonra sanirim yarim saat kadar kaldim icinde, ama iyi geldi tabii, baktim gozlerim kapanacak bornozuma sarinip yataga attim kendimi hemen. Ortumu her zamanki gibi basima kadar cekerek dinlenen vucudumun, yorgun dusen gozlerimin uyumasini bekledim. Ise yaradi sayilir, oylece iki saat kadar uyumusum. Maleasef yalnizca iki saat, ne yazik ki gunduz saatlerce uyumaya vakit ayiracak luksum yok su siralar. Ama isin guzel yani kalktigimda ozenle hazirlanmis bir kahvaltinin beni bekliyor oldugunu gormekti. Kahvaltida portakal suyu ictim, calcium +d vitamini katkili, high pulp, home squezed portakal suyu. Yiyecek ve iceceklere bakinca bu amerikalilarin be kadar hasta ruhlu tuketim manyagi oldugunu anliyorsunuz. Hemen hemen hersey degistirrilmis, katki maddeli. En cok da sutler kopariyor beni. whole milk (tam yagli sut), half and half (isminden anlasiliyor), nonfat milk (bu sey'e milk denemez olsa olsa beyaz boyali su denebilir anca), 1% reduced milk (yani yagi yuzde 1 alinmis) ve benim favorim 2% reduced milk. Yani ben de katildim bu cilginlik kervanina. Ama 2% reduced benim eski sevgilim sut'e geri donmemi sagladi. Kucukken sabah kalkar kalmaz agzima dayardi annem sutu sonra sabahlari sut icme aliskanligim lise baslangicina kadar surmustu. Liseye baslarken isyan etmistim icemeyecegim diye. Iciyorum da ne oluyor demistim anneme boyum uzamiyor, e kilo desen yerinde hatta sutun yaginin kilo yaptigina karar vermistim o zamanlar. Neyse oylece birakmistim iste ama 2% reduced milk sut hakkindaki fikrimi degistirdi, eski sevgilime geri dondum boylece ;). Bir de tabii ki yaptirdigim kemik erimesi testinin de etkisi var, kemiklerim saglam cikti (yasin etkisi konusuna girmek istemiyorum zira benden 3 ay kucuk arkadasimda kemik erimesi baslangici cikti), bu konuda annemin icirdigi sutlerin payi cok ama cok buyuk diye dusunuyorum iste.
Bir sut ustune ne kadar konusulabilirse konustum sanirim.
Galiba son zamanlardaki uykusuzlugumun nedeni 1)geceleri ders calisirken cay, ille de koyu cay icmem ve bu caylarin sayisinin ders calisma yogunlugumla dogru orantili olarak artmasi 2) stres tabii ki, kafamda o malum gunun olmasi...
Boyle iste, bugunum nasil gececek bilemiyorum, verimlilik konusunda kuskuluyum cok ne yazik ki :(.
 Posted by Hello

mutlu oldum

Bugun o kadar sikisikligin icinde, avazim ciktigi kadar bagirarak Notre Dame de Paris'den Belle'i soyledim, dinledim yine dinledim yine yine...
Mutlu oldum...

J'ai posé mes yeux sous sa robe de gitane
A quoi me sert encore de prier Notre-Dame
Quel
Est celui qui lui jettera la première pierre
Celui-là ne mérite pas d'être sur terre
O Lucifer !
Oh ! laisse-moi rien qu'une fois
Glisser mes doigts dans les cheveux d'Esméralda
Esméralda

more than words... Posted by Hello

well, I am not that desperate though ;) ... I just like it. Posted by Hello

10 Mayıs 2005 Salı


bugun cok garip bir sekilde canim mizmir'e gitmek istedi. Dolasmak amacsizla kucuklugumun mekaninda. kesfetmek tek basima kemeraltini, kordon'u, bornova'yi, balcova'yi, karsiyaka'yi, bostanli'yi. mizmir'de yalniz oldugum bir ani yaratmak istedim kendime. Yalniz ben ve mizmir... Posted by Hello