Pages

25 Ekim 2016 Salı

Diyet Gunlukleri

7. gun de bitti, bugun 8. gune basladim...

Simdilik gunleri genelde 900 kalori altinda bitiriyorum ve bununla birlikte mutlaka yuruyus/spor kombinasyonuna devam ediyorum.

Yurumenin kosmaktan daha faydali oldugunu okumustum kilo verme doneminde, bu nedenle gunde 1 saat hizli (kosu bandinda 5-6'ya denk gelebilir) adimlarla 1 saat yuruyorum. Gunde minimum 10,000 adim hedef, bu simdilik benim yogun olan programima sikistirabildigim kadari.

Ayrica bu blogda da bahsedilen fitness blender da yapmaya calisiyorum. Onceden bilmeden karisik youtube'da buldugum videolarini yapiyordum simdilik daha duzenli gitmeye calisiyorum.
Simdilik iyi gidiyor zannediyorum, diyet konusunda stresli degilim, diyet yapmiyorum daha saglikli yiyorum mantigi ile hareket ediyorum bu da stres yapmiyor beni. Bu arada gunluk her yedigimin kaydini tutuyorum, sabah, oglen, aksam ve ara ogunlerin hepsini yaziyorum, hem kalori takip etmek hem de gelisimimi olcmek icin. Bunlar icin cesitli programlar var demistim ben LoseIt diye bir program kullaniyorum telefondan hergun yediklerimi girdigim. Bir de bol bol su icmeyi ihmal etmiyorum.

Evet, gecen pazartesi aksami 150 pounds (68 kg) gormustum tartida, hamile oldugum donemler disinde bu kiloyu gormedigim icin afallamis ve pantalonlarin yalan soylemedigi kararini vermistim :). Bugun kahvalti sonrasi tartildigimda 141 pound'da (63.95 kg) oldugumu gordum. Gun icinde +/- 1 pound (+/- 453 gr) oynayabiliyor, yani simdilik 63.5- 64 kg arasinda oldugumu soyleyebilirim gonul rahatligiyla.

Hedefim  123 pound yani 55-56 kg civari olmak, diyete baslamisken boyuma gore ideal denilebilecek bir kiloda durup, o seviyeyi korumak istiyorum.
Normalde boyle bir konuyu yazmazdim ancak bana da hedef olsun, motivasyon olsun diye yaziyorum simdilik.
Bakalim basarabilecek miyim?


21 Ekim 2016 Cuma

Kendime yeni bir "Ben" lazim...

Lazim mi acaba? yok canim o kadar da degil...

Sadece "diyete basladim ben" demenin farkli bir versiyonu bu. Bugun 4. gun. Belki buraya yazarsam daha uzun soluklu olur diyetim diye yaziyorum.

Diyet, ucuncu hamileligimdeki hamilelik sekeri sebebiyle yaptigim benim deyimimle "seker diyeti"ni saymazsak, sozlugumde 15 yildir olmayan bir kelimeydi. Soyle ki universite yillarimda bir ara cok kilo alip, tombik bir ben olunca ben diyetisyen yardimiyla baya bir kilo vermistim. Vermistim vermesine de ayni zamanda nefret de etmistim diyet olayindan. Bir de guzellik ve kilo takintili bir anne ile yasarken yillar once, her yemekte onun kalorisi bunun yagi soylemlerinden de biktigim icin diyetlerin yanina dahi sokulmadim son 15 yildir. Dogrusu guzellik kaygisi tasimadigim icin, nasil gorundugum hicbir zaman nasil hissettigimden daha onemli olmadigi icin diyet yapma gereksinimi duymadim. Hamilelikte aldigim kilolar da Heidi Klum misali -onun kadar olmasa da- emzirme ile gitti hep.

Amma ve lakin dort gun once durum degisti. Yazdan beri icimde kipirdayan "kilo aliyorum" hissiyati gecen hafta kisliklari cikarip pantalonlarimi giyince "evet, kilo almisim" a donustu. Pantalonlar oluyor olmasina da , kendime iyi haber: alisverise cikmana gerek yok Sumuklu, ayni zamanda tamtamina oturuyor. Hani su egilip kalksam ucuncude patlayacak cinsten. Iste bu beni rahatsiz etti ve 2016 yilinin Ekim aynin 18'ine denk gelen Sali gunu basladim diyete. 4. gun ve saymaya devam...

Diyet olarak ne mi yapiyorum, en basiti tum seker ve turevlerini, ve tum karbonhidratlari cikardim hayatimdan. Sabah kahvaltisini bir haslanmis yumurtaya, ogle yemegini yagsiz salataya. aksam yemegini de 1 corba kasigi zeytinyagiyla pisirilmis sebze yemegine indirgedim. Bazi gunler et ve turevlerine de yer var elbette. Ara ogunlerde gunde 1 elma, ya da biraz peynir vs atistiriyorum. Gunluk yedigimi girebildigim programlar da yardimci oluyor diyet hesabi yapmama. Bir de ogun atlamamaya calisiyorum. Universitede kilo almama sebep de sabah yiyip aksama kadar hicbirsey yemeden yasamamdi. Makineyi calisir durumda tutmak lazim her daim

Bunun ustune kosmaya basladim, kosmama yardimci olan cok guzel programlar var telefonda, yuruyus ve kosma ile karisik 8 haftalik bir program izliyorum. Zor ama simdilik iyi gidiyor. Hatta dun Selim de kostu benimle.
Kosmak bir anlamda kafami da dinlendiriyor, "me time" dedikleri "kendi -kendime kaldigim" hem muzik dinledigim hem kafami bosalttigim hosuma giden bir zaman dilimi. Diyet bitse de bir zaman, kosmayi surdurmeyi istiyorum.

Su anda kendimi iyi hissediyorum diyet konusunda. Oyle cok kafami takmadan yapinca stres de olmuyorum pek. Bakalim ne zamana kadar surdurebilecegim? Hadi bana sans dileyin ;)


*** *** ***
Kendime not: Dun gece O'nu gordum yine ruyamda, ruyalar-gercekler her zamanki gibi allak bullak ediyor insani. Ama artik eskisinden farkli olarak gercekler daha agir basiyor. Evet yine yuregimde bir yumrukla uyandim ama butun gun surmedi etkisi. Zamanla unutuyor muyum ne? Ama unutmak da istemiyorum... Bu da #buyukleremasallar olsun. Gercek ve masal arasinda...

14 Ekim 2016 Cuma

13 Ekim 2016 Perşembe

Koku

Koku deyince akliniza ilk once ne gelir?

Dusunme payi vereyim...

...

...

Benim koku deyince aklima ilk once Patrick Suskind'in o klasik kitabi gelir: Koku.

Sonra cesit cesit koklamayi sevdigim, ancak hep bir tanesini kullandigim parfumler, ve de anilar gelir, kokularla ozdeslesmis anilar... Babaannemin evinin kokusu, anneannemin beden kokusu, cocuklarimin terle karismis -bana mis gelen- kokulari, ocaktaki sarmanin, sutlactaki tarcin'in kokulari, deniz kokusu, ruzgar kokusu, sabahin kokusu, cimenlerin kokusu, yaz mevsiminin ve sonbaharin ve elbette bir bahar ogleden sonrasinin kokusu... hepsi ama hepsi bir aniyi, bir yasanmisligi, bir an'i animsatir bana. Bunlarin hepsinin bana cagristirdiklariyla ilgili bir yazi yazabilirim ornegin hemen.

Ama, durayim.

Dusunmeye, hayal etmeye, anlamaya calisayim... Ya anosmik olsaydim? Anosmi de ne diyenler icin, ben de bugun bir radyo programindan ogrendim bunun tanimini, genetik olarak dogustan koku alma hucrelerinin olmadigi hal oluyor, ya da bazi kisilerde sonradan darbe, kimyasal bir madde koklama vs. sonucunda koku alma hucrelerinin buyuk zarar gormesi hali. Insan belli donemlerde ya duyamasaydim, ya goremeseydim, ya konusamasaydim diye dusunuyor da acikcasi bu radyo programini dinlemeseydim, ya koku alamasaydim diye dusunmeyecektim.

Kokusuz bir hayat, cicegi, bocegi, bahari, kisi koklamayi gectim de, yemegin bozuldugunu, ya da ocakta birseyin yandigini, bir gaz kacagini, arabanin motorundan gelen kotu kokuyu duyamama durumunun insani ne tehlikeli durumlara soktugunu dusununce ciddi bir boyut kazaniyor. Hadi bunlar da cok onemli degil, her nasilsa yalniz yasamiyorum diyenler icin de sunu animsatayim: kokusuz bir hayat anisiz bir hayat ayni zamanda...

Bu konuyu duyduktan sonra kucuk bir arastirma yaptim ve ogrendim ki koku almayanlarin anilari da koku alabilenlere kiyasla cok daha zayif oluyormus. Ve hatta cogu zaman koku alabilen kisilerin hatirladigi pekcok olayi koku alamayan kisilerin hatirlayamadigi gozlenmis. Kokusuz bir hayat, anisiz bir hayat, yasanmamisliga cok yakin bir hayat...

Gidin koklayin simdi, yavrunuzun basini, sonbaharin havasini, kitaplarin sayfalarini, yeni ezilmis kahve cekirdeklerini, yagmur sonrasi topragi... unutmak istemediginiz her ne varsa koklayin iste...

Kendime not: Kiymetini bilecek ne cok sey var su hayatta, yeter ki gormesini bilelim. 


11 Ekim 2016 Salı

Orman...

Evimizin hemen arkasinda bir orman'cik var. Oyle cok buyuk birsey degil ama birkac geyik surusunu, yabankazlarini, bir tilki ailesini, ve istemediginiz kadar cok sincabi barindirir cinsten. Ici de pek bakimli degil bu nedenle disaridan bakildiginda biraz da urkutucu bir havasi var. 

Birgun... Birgun ben zannediyorum ki ben cok bunaldigim bir anda cocuklarin onunde  "ah herseyi birakip simdi su ormanin icine girip de kaybolasim var" diye sesli bir sekilde dusundum. Selim ve Kerem pek takmadilar ama galiba bu dusunce yalnizca uc yasinda olan en kucuk oglanin aklina cok farkli bir sekilde girdi. Soyle ki birkac gun once banyoya girdigim bir sirada kendisi -yine- beni aramis, zira evde dahi olsa benim yanimda olmadan yapamadigi bir donemdeyiz. Arayip bulamayinca aglamaya baslamis. Ben banyodan ciktigimda kendisini kapinin onunde "annem ormana gitmis, annem ormana gitmis, birakmis bizi gitmis" diye aglarken buldum. Sarilip sakinlestirmeye calistim, o anlik basardim. 

Ancak bu "ormana gitme" meselesi onun kucucuk kalbine kazinmis durumda. Ne zaman bir yaramazlik yaptiginda onu ikaz etsem hemen gelip bana sariliyor simsiki ve "ormana gitmeyeceksin degil mi?" diye emin olmak istiyor. Anlasilan "gidecegim" dedigim zamanki duygusu "gitmeyecegim" dedigimde veremiyorum tam olarak. 

Simdilik, "anne hicbir zaman seni birakip ormana gitmeyecek, tamam mi?" diye hergun onu ikna etmeye calisiyorum. 

Insan yetistirmek zor zanaat. Nokta.

Kendime not: yine yeniden anladim ki cocuklarin yaninda birseyleri dillendirirken cok dikkatli olmak gerekiyormus...


Ekim, 2016 -Maryland, USA

Beklentisizlik, buyumek, yasam, oyle iste...

Yaslanmaktan cok korkan annem dogumgunlerinde "buyuyorum" derdi.
Ben yas almaktan hicbir zaman korkmadim ama  farkediyorum ki ben de buyuyorum gun be gun....

Aynalar henuz fazla degil belki ama aliskanliklarim ve beklentilerimdeki degisiklikler hissettiriyor bunu bana.

Ornegin beklentilerim yok denecek kadar azaldi.
Bu demek degil ki belli bir hedefim, amacim, istegim yok. Var elbette ama olan hedeflerin cogu kendim icin degil artik, cocuklar ve onlarin gelecegi on plana gecti cogu hedef ve kararda.

Evimde soyle esyam olsun, suraya iki koltuk, buraya yeni perde gibi beklentilerim ihtiyaclar disinda sifir. O yuzden bana cok ilginc geliyor her daim esya almalar, herseyi en yenisiyle degistirmeler... Alisverislerim de ikinci ellerden cogu zaman. Kiyafet de ayni. Zevk icin alis-veris etme diye birseyim kalmadi gercektenden de. Online alisveris sepetlerim bile bos kaliyor o kadar bulamiyorum cogu zaman istedigim bir seyi. Demek ki istemiyorum...  Suraya gideyim, burayi gezeyim de yok... Gezmelerim hep cocuklar odakli, kendi gezmelerim de is icin nereye gidersem, zorunlu... Hani tatil icin baktigim yerlerden sikiliyorum bir sure sonra, heryer ayni degil mi diyorum. Bana bulundugum mekan yetiyor, disarida yuruslerime cikip, sikinti bastiginda alip basimi gidebilecegim bir yer oldugu surece yeter diyorum.
Arkadas secimlerim de oyle, oyle suraya gidelim buraya cikalim, surada bunu icip burada gunesi batiralim seklindeki arkadaslara takilamiyorum, yuzeysel sohbetler beni yoruyor, ustunde konusabilecegim konularin oldugu bir insan yetiyor bana. O da olmazsa yaziyorum, ya bloga, ya telefona, ya kendi kendime. Gecen gun yazip yazip kenara kaldirdigim mektuplar buldum. Cogu zaman kendime yazilmis mektuplar.... (Kendi kendine konusana "deli" derler gibi deyislerin bulundugu kulturumuzde kendi kendine mektup yazanlara ne denir? Hos, konusma da var bende...) Velhasil insanlardan da bir beklentim kalmadi, bir yere gidelim, birseyler yapalim diye bir beklentimin oldugu hickimse yok etrafimda.
Ozel gunleri beklemiyorum, kutlamalari beklemiyorum, birilerini beklemiyorum, birseyleri beklemiyorum.

Bilmiyorum, bu neyin halidir... Kendini soyutlamanin mi, ya da sadece "buyumenin" getirdigi bir hal midir...

Beklentisizlik disinda devam ediyor hayatim ayni sekilde kosusturma, makale yazimlari, calismalar, sunumlar, dersler, ders notlari, ogrenciler, toplantilar, konferansler, cocuklar, onlarin dersleri, oyunlari, bakimlari, ev, bahce, kitaplar, yazilar, doga ve su zamanlarda sundugu binbir renkler...
Yani beklentisizlik hayattan zevk almamayi, hayattan elinden ayagini cekmeyi gerektirmiyor.

*** *** ***
Buyudugumun her daim farkindayim ama...

Hani bir kissa vardir: Hz. Omer kendisine olumu animsatsin diye bir adam tutmus, adam hergun gelir "Olum var ya Omer" der, olumun varligini hatirlatirmis ona. Sonra bir gun aynaya bakarken Omer farketmis ki bir beyaz tel sacinda... Tuttugu adami cagirmis yanina, demis seninle isimiz bitti, hergun gelip boyle demene gerek yok artik bana... Adam sormus, neden diye. Yanitlamis Omer artik olumu animsatan aklar var sacimda diye.

Bu kissanin misali, buyudugumu de sacimdaki aklar degil belki ama beklentisizligim hatirlatiyor artik bana.

Kendime not: yine de "olumun oldugu bu dunyada hicbirsey cok da ciddi degildir aslinda"  F.Kafka.




Atlantik Okyanusu'ndan gundogumu, Aralik-2015

8 Ekim 2016 Cumartesi

Yasadigimiz yer

Birkac eyalet, ulke vs. degistirince insan, biraz da gocebe ruhlu olunca haliyle her neredeyse orayi sorguluyor, iyi mi, guzel mi, burada yasamayi seviyor muyum diye...

Bir yeri guzel yapan insanlari, o yerde kurdugun dostluklardir derler, orasi dogru, katiliyorum ama "gocmen" olan bizler icin -tam anlamiyla gocmen, Amerika'ya baska ulkelerden gelip yerlesenler ilk once "immigrant" oluyorlar, onlarin cocuklari, yani bizim cocuklarimiz "birinci nesil- first generation" olabiliyorlar ancak... 15 yil da yasamis olsaniz, 5 ay da farketmiyor "gocmen"iz iste :) - her yer ayni dostluk firsatlarini sunamayabiliyor insana. Yas kemale de ererken kolay kolay dostluklar da kuramiyor insan. Bu nedenle bu kriteri es geciyorum simdilik. Yani acikcasi dostluklar acisindan her yer ayni benim icin... Aslina bakarsaniz ne ilginc ki benim dostluklarim internetin oldugu yerde daha cok...

Yasamayi sevdigim yerler kriterinde ilk sirada doga'si geliyor. Aslinda bunun boyle oldugunu Ankara'da yasadigimiz 10 aylik surede anladim. Amerika'nin ozellikle orta-kuzey-dogusunda yasadigimiz icin yesile ve yesillige farkinda olmadan cok alismis gozlerim. Boyle olunca Turkiye'de, ozellikle Ankara'daki yesilsizlik huzursuz etti beni. Ilginc ama sanki 23 yilimi gecirdigim ulke degildi benim icin Turkiye... Karadeniz nasil bilmiyorum ama anladim ki sirf "doga" kriterinden dolayi Turkiye defteri kapanmis benim icin. Dogal guzellikleri var elbette Turkiye'nin ama doganin insanin yasaminin icinde olmasi cok daha farkli ki bunu simdilerde cok daha iyi anliyorum.

Sadece goze hitab etmiyor yasadiginiz yerin dogasi, her mevsimin renkleri- renkliligi disinda yasaminiza da giriyor doga : kar yagiyor kar kuruyorsunuz, yapraklar dokuluyor arka bahcemizde bol bol onlari toplamak ayri bir gorev oluyor, firtina esiyor agaclari budamak gerekiyor. Geyikler, tavsanlar, tilkiler, kazlar komsu olurken bir yandan bir yandan da sabir vesilesi oluyor aman buyuyen domateslerimizi yemesinler diye...

Oyle cok sehrin icinde olmayi da sevmiyorum dogayla ic ice olmayla birlikte, cok sehrin icinde olmamali ama istedigi zaman da hemen gidebilmeli. Su anda hem Baltimore, hem de Washington DC'ye hemen hemen esit mesafedeyiz. Is icin haftada neredeyse uc gun Baltimore'a gidiyorum ve muze vs. gezmek istedigimizde, ya da isimiz dustugunde de DC'de sehir havasi soluyabiliyorum. Bunlar da bana yetiyor. Hos, suburb'de oturmak kolay degil, evin bakimi, bahcenin bakimi gibi konular dolayisiyla ama en azindan bunlari yapabiliyorken sehre bu uzaklikta olmak iyi. Ilginc ama belki yaslaninca sehirde otururum diyorum. Gerci bu her iki sehir de yesillik bakiminindan suburbleri aratmiyor.

Bir de alip basini gidebilmeli insan illa oyle arabayi surup de degil ama yuruyerek, kosarak, bisikletle bazen de kacarak herseyden belki de...
Iki sene once oyle yuruyerek bir yerlere ulasamayacak mesafede bir yerde oturuyorduk, sirf yuruyus yapamadigim icin kendimi o kadar cok bir yerlere kisilmis hissetmistim ki, buraya tasinirken ozellikle bu konuyu arastirdim, evet simdi istedigim zaman uzun yuruyusler, kosular yapabiliyorum ve bu bana iyi geliyor.

Bulundugumuz yeri seviyorum, hos ailemizde herkes ayni seyi dusunmese ve birakip gittigimiz bazi yerleri ozledikce elimizde olanin guzelliklerini gostermeye calisiyorum onlara... Gorebilmek, gorup de huzurlu olabilmek guzel...





6 Ekim 2016 Perşembe

Sonbahar

Sonbahar...

Son degil, ilk benim icin... "Bahar" 

Her sonbaharda sanki "ilk"baharmiscasini kipir kipir olur icim. Doganin renkleri, renkliligi hep bir yerlere surukler beni. Yuruyusler, en kucuk yapragin bile fotografinin cekildigi yuruyusler...  Aksamin binbir turlu renkleri... Bu renkler sanki baska mevsimde olmadigi kadar farklidir benim icin sonbaharda. Belki benim hissettigim belki gercekten oyle. 

Oyle o aksam kizilliklari... Kucuklugumden beri aksam kizilligina muptelayimdir. Aksam giden gunesle ben de gitmek isterim hep gunesin gittigi yere dogru, batiya batan gunesin ardindan, kovalayan ben. 

Gunbatimlari her nedense bu mevsimde daha cok Ege'de denize batan gunesleri ve ilkgenclik yillarimda yalniz kalmak icin gittigim Aydin tren istasyonundan, ufukta tren yolunun ustunden batan ginesleri animsatir bana. O duygulari yasarim tekrar oturup uzun uzun izledigim gunbatimlarinda. 

Hos, simdilerde uzun uzun bakamasam da batan gunesin ardindan, en azindan kisacik bir zaman diliminde de olsa bir selam veriyorum kaybolan gunese... Ufukta olamasa da her zaman, bulutlarin ya da agaclarin ardinda kizilligini birakip giden gunese...

Sonbahar bu cografyada baska bir guzel ayrica... Bol yesilliklerin disinda Ekim ayinin son gunu kutlanan Cadilar bayramina hazirliklar ayri bir guzellik katiyor cevreye. Balkabaklari, cadilar bayrami dekorasyonlari, sonbahar festivalleri, balkabagi aromali kahveler, mumlar, sonbahar cicekleri derken mevsim daha da senleniyor.  Iste cok yogun olmama karsin cevredeki bu degisiklikler, ozen, insana yorgunlugunu unutturacak cinste. Cadilar bayraminda cocuklarla seker toplamaya gitmeyi ise ayri bir seviyorum desem yalan olmaz. Bana kucuklugumde bayramlarda cantami koluma takip komsu kapilarinda el opup seker, cukulata, bozuk para toplayislarimizi animsatiyor. Her ne kadar bayramliklarin yerini cesitli kostumler alsa da...

Bir de her sonbahar ille de okudugum bir kitap vardir: Eylul . Oyle cok degisik bir konusu oldugundan degil ama Iskocya'da gectigi ve icinde barindirdigi insancil problemlere karsin kitabi bitirdiginizde sizi olumlu duygular icinde biraktigi icin, her sene ayni kitabi okurum. Hani ara ara donup baktigi kitaplar vardir insanin ama bu kitap benim her sene bu zamanlarda tekrar  ziyaret ettigim tek kitap. 

Sonbahar'i sevenler klubundenseniz, cok gecikmeden sonbahari doya doya hissetmeniz umuduyla...